14 Mart 2009 Cumartesi

Yaşam Sayı 2

Ashab-ı Kiram'ın Üstün Ahlakı
Cenab-ı Allah, değerli sahabelerimizin ihlaslı tavırlarını tarih boyunca yaşamış olan tüm Müslümanlar için bir örnek kılmıştır. Hanım ya da erkek fark etmeden, o dönemin çok zor şartları altında verdikleri halisane mücadele, yaşadıkları derin iman coşkusu ve sadakat, Allah’a olan sevgileri, Peygamberimiz (sav)’e olan düşkünlükleri Allah’ın izniyle İslam ahlakının kısa sürede tüm dünyaya yayılmasına vesile olmuştur. Hz. Muhammed (sav) ve tüm diğer peygamberlerin hak din ahlakının yayılması, güzel ahlakın yaşanması için verdikleri kararlı, cesur ve fedakarane mücadelenin bir benzeri de değerli sahabelerimizin hayatına hakimdir. Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimiz (sav)'i hayatta iken ve peygamber olarak gören mümin kimselerdir. Peygamberimiz (sav)'in mücadelesine gerek mallarıyla gerekse de canlarıyla büyük destek veren sahabelerimizin bu ahlakları, İslam tarihi boyunca yaşamış tüm Müslümanlar için büyük şevk kaynağı olmuştur. Cesaretleri, azim ve kararlılıkları, iman kuvvetleri, Allah'a ve Resulü (sav)’e olan kayıtsız şartsız sadakatleri, en zor şartlar altındayken bile yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeleri, Resulullah (sav)'in nefsini kendi nefislerinden üstün tutmaları, yüzyıllardır İslam tarihinde şerefle anılmaktadır. Sahabeler geçmiş yaşamlarını bir an bile düşünmeden arkalarında bırakmış, toplumun tüm tehdit ve baskılarına rağmen Peygamber Efendimiz (sav)’in tebliğ ettiği hak din ahlakına uymuşlardır. Onlar Allah'ın rızasını kazanabilmek için her türlü zorluğu, sıkıntıyı severek göze almışlardır. İlk Müslümanlar arasında güçlü kabilelere mensup kişiler olduğu gibi, müşriklerin kölesi konumunda oldukları için güçsüz olan kimseler de bulunuyordu. Bu kimseler, Müslümanlığı kabul edip Resulullah (sav)'ın yoluna uydukları öğrenildiğinde kendilerine her türlü sözlü ve fiili saldırı, iftira, eziyet ve işkencenin yapılabileceğini çok iyi biliyorlardı. Çevrelerinde de bu durumun pek çok örneğini görmelerine rağmen Peygamberimiz (sav)'in çağrısına tereddütsüz olarak uymuşlardır. Nitekim bu nedenle müşrik toplumun türlü saldırılarıyla karşılaşmış, ancak yine de hak yoldan hiçbir şekilde ayrılmamışlardır. Cenab-ı Allah'a sığınarak sabretmiş ve tevekkül etmişlerdir. Ayrıca Allah'ın rızası, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in sevgisi, değerli sahabelerimiz için dünyanın her türlü nimetinden daha sevgili olmuştur. Dünya malını, Müslümanların huzuru, rahatlığı ve İslamiyet'in yayılması için feda etmiş, kendilerinden yana bir mal hırsına kapılmamışlardır.

Talha Bin Ubeydullah (ra)
Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Osman (ra)'ın ardından Peygamberimiz (sav)'e tabi olarak ilk Müslümanlardan olma şerefine erişen ve bundan dolayı işkenceye uğratılan Talha bin Ubeydullah da, Uhud Savaşı'nda Resulullah (sav)'i koruyabilmek için büyük kahramanlıklar gösteren sahabelerdendir. Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan bütün sahabelerin şehit düşmesiyle birlikte Resulullah (sav)'in yanında O'nu koruyabilecek tek kişi Talha bin Ubeydullah kalmıştır. Pek çok kılıç darbesi almasına rağmen büyük bir cesaretle savaşmaya ve Peygamberimiz (sav)’i korumaya devam etmiştir. Bu olay rivayetlerde şöyle anlatılmaktadır: Sevgili Peygamberimiz (sav), Hz. Ebûbekir'e, hemen Hz. Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti. Talhâ bin Ubeydullah Hazretleri ayılır ayılmaz; - Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah (sav) nasıl? - Resululah (sav) iyidir. Beni O gönderdi. - Allahü Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musîbet hiçtir. (Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, cilt 1, Yeni Asya Neşriyat) Görüldüğü gibi sahabelerimiz, Peygamberimiz (sav)'e kendilerini siper edip böyle mübarek bir insanı koruma şerefine erişebilmek için birbirleriyle yarışacak kadar büyük bir ihlas ve samimiyetle hareket etmişlerdir. Cenab-ı Allah, onların bu ihlaslı tavırlarını tarih boyunca yaşamış olan tüm Müslümanlar için bir şevk kaynağı kılmıştır.

Abdullah Bin Zübeyr (ra)
Abdullah bin Zübeyr, henüz on iki yaşlarındayken Yermük Savaşına, bundan dört sene sonra ise Mısır'ın fethine katılarak küçük yaşta gösterdiği şevk ve cesaretiyle tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Aynı şekilde hem yaşça çok ileri hem de ayağı sakat olan Amr. b. Cemuh da imanın coşkusu ve Allah'ın rızasını kazanma arzusuyla Peygamberimiz (sav)'den Uhud Savaşına katılmak için izin istemiş ve bu savaşta şehit düşmüştür.
Ebu Talha (ra)
Resulullah (sav) vefat edinceye kadar onunla, ardından Hz. Ebubekir (ra) ve sonra da Hz. Ömer (ra) vefat edinceye kadar da onlarla birlikte savaşan Ebu Talha ise, ilerleyen yaşına rağmen Müslümanlarla birlikte bir kez daha savaşa çıkmakta ısrar etmiş ve çıktığı bu savaşta denizde iken şehit düşmüştür. Görüldüğü gibi tüm ömürlerini Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcayarak geçiren bu mübarek kimseler de, imanın şevkiyle yaşlılıklarında bile aynı şekilde savaşacak fiziksel gücü kendilerinde bulabilmişlerdir.
Ümm-i Ümare Nesibe Binti Kab (ra)
Çocuklar ve yaşlıların yanı sıra, Peygamberimiz (sav) döneminde ihlas, cesaret ve fedakarlıklarıyla öne çıkan bir diğer kesim ise saliha mümin kadınlar olmuştur. Bu örnek kadınlardan biri Ümm-i Ümare Nesibe binti Kab'dır. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak göreviyle katıldığı Uhud Savaşı'nın şiddetli bir anında, Resulullah (sav)'e saldıran bir kimseye karşı fedakarane bir mücadele vermiştir. Kendilerini ve çocuklarını korudukları gibi Allah Resulü (sav)'i de koruyacaklarına dair Akabede Allah’ın Resulü (sav)'e biat eden Nesibe binti Kab, savaşın bir anda Müslümanların aleyhine dönüştüğünü ve düşmanların Peygamberimiz (sav)’in etrafında yoğunlaştığını görmüş ve kılıca sarılarak Peygamberimiz (sav)’i korumaya çalışmıştır. Diğer sahabelerle birlikte Peygamberimiz (sav)’in etrafını çevirerek vücutlarını ona kalkan yapan kişilerden biri olan Nesibe binti Kab, pek çok yerinden yaralanmıştır. (Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun'I I-İslam -Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, İstanbul, 1993) Hz. Ömer Peygamber Efendimiz (sav)’den naklettiği bir hadiste Hz. Ümm-i Ümare’nin Cenab-ı Hakk yolundaki şevkli mücadelesini şöyle aktarmıştır: “Savaşta ne tarafa baktımsa, hep Ümm-i Ümare, hep Ümm-i Ümare’yi gördüm.” (http://turk.ch/islam/eshab/ummiumarenesibehstun.html)
Fatıma Zehra (ra)
Fatimeh El Zehra veya Ez Zehra olarak da bilinen Hz. Fatıma (ra), Hz. Muhammed (sav)’in ve ilk hanımı Hz. Hatice’nın kızı, dördüncü İslam halifesi Hz. Ali’nin eşi ve seyyidlerin validesidir. Değerli Peygamberimiz (sav)’in soyu Hz. Fatıma vesilesi ile devam etmiştir. Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin 2 oğlu (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) ve 2 kızı (Hz. Zeynep ve Hz. Umm Kulthum) olmuştur. Peygamberimiz (sav)’in en küçük kızı olan Hz. Fatıma, hicretten on üç sene önce Mekke’de doğmuştur. Ona Fatıma ismini veren Peygamberimiz (sav) bir hadislerinde Hz. Fatıma’nın ismiyle ilgili şöyle buyurmuşlardır: Deylemî Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet etmiştir: "Onu sevenleri, Allah cehennemden uzaklaştıracağı için kızıma Fâtıma adını verdim." (http://www.biriz.biz/sahabiler/peykiz4.htm) Kendisine güzel ahlakı nedeniyle “ak yüzlü, nur, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü” anlamına gelen “Zehra” ve “dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah'a yönelten, iffetli ve namuslu” anlamına gelen “Betül” lakapları yakıştırılmıştır. Çok küçük yaşlarda dahi örnek bir ahlaka sahip olan Hz. Fatıma, son derece mütevazı, söz ve davranışlarında vakur bir hanımdı. Daima hikmetli, az ve öz konuşurdu. Küçük yaşına rağmen İslam ahlakına tabi olmanın verdiği imani güç ile Peygamber Efendimiz (sav)’e yardım etmiş ve babasının yanından ayrılmayarak Kureyş kafirlerinin işkencelerine karşı büyük bir dirayet göstermiştir. Mekke’de Müslümanlara yapılan baskı ve zulmün arttığı bir dönemde Rabbimiz’in Peygamberimiz (sav)’e verdiği hicret izni ile babası ile birlikte Medine’ye göç etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)’in vefatından altı ay sonra vefat etmiş, genç yaşında gösterdiği imani kararlılık ve şevk ile tüm müminlere örnek bir yaşam sürmüştür.
Ümmü Gülsüm Binti Ukbe (ra)
Mekkeli olan Ümmü Gülsüm Binti Ukbe, Kureyş kabilesine mensup bir hanım sahabedir. Allah ve Resulü (sav)’e hicret etmek için Mekke’deki evini terk edip Medine’ye tek başına hicret etme cesaretini ve kararlılığını göstermiş bir muhacir hanım olan Ümmü Gülsüm Binti Ukbe, Hz. Osman (ra)’ın -anne bir- kız kardeşidir. Babası ise Peygamber Efendimiz (sav)’e ve İslam ahlakına kin ve düşmanlık duyan Ukbe bin Ebî Muayt’tı. Ümmü Gülsüm Binti Ukbe, Mekke’de Müslüman olarak Resulullah (sav)’a biat ettiği andan itibaren, diğer Müslümanlar gibi işkenceye maruz kalmıştı. Din ahlakını terk etmesi için başta babası olmak üzere müşriklerden zulüm ve baskı görmüş ancak yapılan tüm zalimliklere rağmen Allah’a ve Resulü (sav)’ne olan sevgi ve bağlılığından ve din ahlakından asla taviz vermeyerek tüm müminlere örnek bir ahlak sergilemiştir. Ailesinden gördüğü baskı nedeniyle Peygamberimiz (sav) ve mümin kardeşleri ile birlikte Medine’ye göç edemeyip, yedi yıl boyunca Mekke’de müşriklerin arasında tek başına yaşamak mecburiyetinde kalmıştır. Yedi yılın sonunda Allah’ın izniyle evini terk ederek tüm tehlike ve engellere rağmen büyük bir kararlılıkla Medine’ye Peygamber Efendimiz (sav)’in ve mümin kardeşlerinin yanına tek başına hicret etmiştir. Medine’ye vardığında “Beni müşriklere geri çevirmeyin” diyerek Hz. Muhammed (sav)’e sığınmıştır.
İkrime Bin Ebu Cehil
Kendilerinden, aşiretlerinden, akrabalarından önce daima Peygamberimiz (sav)'in güvenliğini düşünen örnek Müslümanlardan biri de İkrime bin Ebi Cehil'dir. Müslümanlara olan kin ve düşmanlığıyla bilinen Ebu Cehil'in oğlu olan İkrime bin Ebi Cehil, Hz. Ebubekir (ra)'ın hilafeti döneminde Bizanslılara karşı yapılan Yermük Savaşına katılmıştır. Zaferle neticelenen savaşın sonunda ağır yaralanan El Haris İbni Hişam, Süheyl b. Amr ve İkrime İbni Ebu Cehl'in birbirlerine gösterdikleri fedakar tavır şöyle rivayet edilmektedir: Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime'nin kendisine baktığını görünce "Bu suyu İkrime'ye götür" dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl'in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek "Bunu götür Süheyl'e ver" dedi. Fakat su Süheyl'e yetişmeden Süheyl öldü. Bunun üzerine sucu İkrime'ye koştu. Fakat İkrime de ölmüştü. Hemen Haris'in yanına koştu. Haris de ölmüştü. (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü's Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1)
Sahabelerimiz Yalnızca Cenab-ı Hakk’ın Rahmetini Ummuştur
Görüldüğü gibi sahabeler ölmek üzereyken ve belki de yardıma en muhtaç oldukları anda bile, kendilerinin değil Peygamber Efendimiz (sav)’in ve diğer Müslüman kardeşlerinin nefsine öncelik vermişler, iman ettikleri için ailelerinden ve çevrelerinden baskı gördüklerinde Allah’a sığınarak kararlı bir şekilde İslam ahlakını yaşamaya devam etmişlerdir. Kuşkusuz böylesine fedakar bir ahlakı yaşayabilmeleri Cenab-ı Allah'a ve ahirete kesin bilgiyle inanmalarından, Allah'a gönülden teslim olmuş olmalarından ve yalnızca Rabbimiz’in rahmetini ummalarından kaynaklanmaktadır. Kuran-ı Kerim'de değerli sahabelerimiz gibi Allah'ın rızası için her türlü fedakarlığı göze alan samimi Müslümanların cennetle müjdelendikleri şöyle bildirilmektedir: Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195) Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: “Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kafirler topluluğuna karşı yardım et” demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever. (Al-i İmran Suresi, 146-148)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder