İslam ahlakına göre yaşamayan insanlar, kendi nefislerini yüceltmek ve diğer insanlardan daha üstün bir konuma geçmek arzusuyla her fırsatta alaycılık, aşağılama, lakap takma gibi çirkin yöntemlere başvururlar. Oysa Yüce Allah insanların bu gibi kötü davranışlarda bulunmalarını Kuran-ı Kerim’de yasaklamıştır: “Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.” (Hucurat Suresi, 11) Ayrıca alaycılık sözle, lakap takmayla olabileceği gibi çeşitli mimik ve hareketlerle de yapılabilir. Hümeze Suresi'nde Cenab-ı Hakk’ın kaş göz işaretleriyle alay edenler hakkında bildirdiği uyarı, alaycılığın Allah Katında ne kadar büyük bir suç olduğunun açık bir delilidir: “Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline.” (Hümeze Suresi, 1)
Tutku ve Hırs Mutlu Olmayı Engeller
Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim’de insanların nefislerinde iki ayrı özellik bulunduğunu bildirmektedir. Bunlardan biri kötülüklerden sakındıran ve iyiliği emreden ‘vicdan’, diğeri ise kötülüğü emreden ‘fücur’dur. Fücur olarak isimlendirilen kavram, insan nefsinin olumsuz özelliklerinin tümünü kapsamaktadır. Nefsin fücurunun Kuran-ı Kerim’de dikkat çekilen önemli özelliklerinden ikisi ‘tutku’ ve ‘hırs’tır. Ahireti düşünmeyip dünya hayatı ile yetinen bir kimse, sahip olduğu her şeye hırs ve tutkuyla bağlanır. Sanki ölüm ve ahiret çok uzakmış gibi yaşamaya başlar. Her zaman sahip olduğunun en iyisini hedefler ve hedeflerine ulaşmak için her şeyi yapar. Hatta hayatındaki yegane amaç, servetine servet eklemek olduğu için, tutkuları uğruna başkalarına zarar vermeyi dahi göze alır. Ancak bir kişinin sahip olduğu her şeyi kendisine verenin Rabbimiz olduğunu unutarak dünya hırsına kapılması, o kimseye ne dünyada ne de ahirette mutluluk getirir. Kuran-ı Kerim’in “Malı ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz.” (Fecr Suresi, 20) ayetiyle, iman etmeyenlerin dünya malına olan tutkulu sevgilerine dikkat çekilmiştir. Bir başka ayette ise “…Dünya hayatının metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.” (Nisa Suresi,77) şeklinde bildirilerek Allah, insanların tutkuyla bağlandıkları nimetlerin hepsinin “dünya hayatının metaı” olduğunu haber vermiştir. “Meta” kelimesinin sözlük anlamı “az ve değersiz, sonunda yok olucu şey, eşya”dır. Dolayısıyla insanların hırsla tamah ettikleri dünya nimetlerinin ahirettekilerle kıyaslandığında değersiz ve sahte olduğu hemen anlaşılmaktadır.
Hz. İbrahim (as)’ın Duaları
Günümüzde milyonlarca insanın Hac görevini yerine getirmek için ziyaret ettiği Kabe’yi inşa eden Hz. İbrahim (as)’ın, Kuran-ı Kerim’de, “tek başına bir ümmet” olduğu bildirilmektedir. Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail, bundan binlerce yıl önce, Cenab-ı Allah’ın vahyi doğrultusunda insanların toplanacakları ve Rabbimiz’i zikredecekleri, yılın belirli zamanlarında Hac vazifelerini yerine getirmek için ziyaret edecekleri bir ev inşa etmişlerdir. Bu evin Kuran-ı Kerim’deki adı Kabe’dir. Kuran-ı Kerim’de, Hz. İbrahim (as)’ın ve Hz. İsmail (as)’ın bunu bir ibadet olarak yaptıkları ve sonrasında şöyle dua ettikleri bildirilmiştir: İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin”. (Bakara Suresi, 127) Bugün milyonlarca insanın ziyaret ettiği Mescid-i Haram’a, diğer adıyla Kabe’ye ilk yerleşen Hz. İbrahim (as)’ın, bir başka Kuran-ı Kerim ayetinde oğulları İsmail, İshak ve tüm müminler için şu şekilde dua ettiği bildirilmektedir: Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. Hamd, Allah’a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail’i ve İshak’ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir. Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü’minleri bağışla. (İbrahim Suresi, 37-41) Görüldüğü gibi Hz. İbrahim (as), dualarında hem Allah’ın sıfatlarını saymakta, hem de O’na şükretmektedir. Allah’tan istedikleri de, kendisini O’na yakınlaştıracak, ahirette bağışlanmasına vesile olacak isteklerdir. Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as), Kabe'yi inşa ederlerken, yani fiili bir iş ve ibadet yaparlarken sürekli Rabbimiz’e dua etmesi önemli bir örnektir. Müslümanlar peygamberlerin bu güzel özelliğini örnek alarak Allah'a her konuda dua edebilir, bir iş yaparken de Allah'tan yardım dileyebilir, O'nu zikir ve tesbih edip yüceltebiliriz. Çünkü Cenab-ı Allah, insanın gizlisinin gizlisini bilen, onu her an işiten, gören ve her yaptığından haberdar olandır. Müminler Allah'ın bütün dualarına icabet edeceğini bilir ve dua etmeyi Cenab-ı Allah'a yakınlaşmak için bir vesile olarak görürler.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder