2 Nisan 2009 Perşembe

Yaşam Dergisi 5 (Peygamberlerimiz ve Şerefli Yaşamları Kendilerine İlahi Kitap İndirilen)

Kendilerine İlahi Kitap İndirilen Peygamberlerimiz ve Şerefli Yaşamları
Hz. Davud (as), Hz. Musa (as), Hz. İsa (as) ve Hz. Muhammed (sav) kendilerine Cenab-ı Allah tarafından indirilen hak kitaplarla şereflenmiş üstün ahlaklı peygamberlerimizdir. Rabbimiz, bu değerli peygamberlerimizi kavimlerine din ahlakını tebliğ etmeleri, onlara hak yolu göstermeleri ve her konuda yol gösterici olmaları için birer nur olarak göndermiştir. Kuran-ı Kerim'de peygamberlerimizin hayatlarından bazı kıssalar, kavimlerini davet ettikleri gerçekler ve sahip oldukları üstün ahlaki özellikler bizlere pek çok açıdan, özlü ve ayrıntılı bir biçimde bildirilmiştir. İslam dininde, Yahudiliğin kutsal kitabı olan Eski Ahit'teki Tevrat ve Zebur ile Hıristiyanların kutsal kitabı olan Yeni Ahit (İncil) İlahi kitaplar olarak tanınır, bu dinlerin mensupları ise "Kitap Ehli" olarak tanımlanırlar. Dolayısıyla “Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler...” (Bakara Suresi, 4) ayetinin hükmü gereği resuller arasında hiçbir ayrım yapmayan Müslümanlar, resullerin Kuran-ı Kerim'de bildirilen güzel tavır ve davranışlarını, üstün ahlaklarını kendilerine örnek alırlar. Ayetlerde Kuran-ı Kerim'den önce indirildiği bildirilen hak kitaplar; Hz. İbrahim (as)'ın sayfaları, Hz. Musa (as)'a indirilen Tevrat, Hz. Davud (as)'a indirilen Zebur ve Hz. İsa (as)'a indirilen İncil'dir. Allah'ın Hz. İbrahim (as)'a vahyi bugüne kadar ulaşmamıştır. Diğer kitaplar ise zaman içerisinde ilk vahyedildikleri hallerinden uzaklaşmış, birtakım insanlar tarafından farklı nedenlerle tahrif edilmişlerdir. Dolayısıyla bazı bölümlerinde Allah'ın bildirdiği hak din ahlakından uzak yorumlar ve açıklamalar yer almaktadır. Bununla birlikte Allah'a ve elçilerine iman, Allah sevgisi ve Allah korkusu, güzel ahlak gibi Kuran-ı Kerim ayetlerine uygun bölümler de günümüze kadar gelmiştir. (En doğrusunu Cenab-ı Hakk bilir.) Allah bu kitapların, gönderilmiş oldukları toplumlar için yol gösterici olduklarını bildirmekte, Al-i İmran Suresi'nde "O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler..." (Al-i İmran Suresi, 3-4) şeklinde buyurmaktadır. Cenab-ı Allah'ın bu şerefli elçilerinin yaşamlarından Kuran-ı Kerim'de bildirilen kesitler, üstün ahlak özellikleri ve din ahlakını tebliğ etme konusunda gösterdikleri samimiyet, çaba ve kararlılık tüm müslümanlar için önemli bir örnektir. Biz de bu yazımızı hem onlara olan saygı, hürmet ve sevgimizi tazelemek, hem de tebliğ ettikleri konuların ehemmiyetini gündeme getirmek amacıyla hazırladık.
HZ. DAVUD(as)
Hz. Davud (as), yaşamının her anında, karşılaştığı tüm olaylarda Allah'ı zikreden, O'ndan istekte bulunan, yardım dileyen, bir ayette haber verildiği gibi "her tutum ve davranışında Allah'a yönelen" bir peygamberdi. (Sad Suresi, 17) Cenab-ı Allah'ın kendisine mülk, hikmet ve anlatım çarpıcılığı vererek insanların çoğundan üstün kıldığı bir kuluydu. Allah Kuran-ı Kerim'de Hz. Davud (as)'a hem maddi hem de manevi olarak büyük bir güç verdiğini bildirmiştir. Öyle ki, Hz. Davud (as) ile birlikte tesbih etsinler diye dağlara ve kuşlara boyun eğdirmiştir (Enbiya Suresi, 79). Kuran-ı Kerim'de haber verilen bu bilgilerden anlaşılacağı gibi Hz. Davud (as), çok az insanın sahip olabileceği ilimlere sahipti. Cenab-ı Allah, pek çok yönden üstünlük verdiği Hz. Davud (as)'a, kendisini yeryüzünde halife kıldığını bir ayette şöyle bildirmiştir: “Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sad Suresi, 26)
Hz. Davud(as)’ın Örnek Adaleti
Allah'ın kendisine güç ve basiret verdiği Hz. Davud (as), tüm resuller gibi kavmini Allah'a iman etmeye davet etmiştir. Allah Hz. Davud (as)'ın adaletini, asla doğrudan taviz vermeden hükmetmesini müminlere örnek göstermiştir. Hz. Davud (as)'ın, kendisine, aralarında hükmetmesi için başvuran iki davacı hakkındaki adil tavrı, müminler için önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ayetlerde şu şekilde bildirilmiştir: “Sana o davacıların haberi geldi mi? Hani mihraba (Davud'un bulunduğu yere girmek için) yüksek duvardan tırmanmışlardı. Davud'a girdiklerinde, o, onlardan ürkmüştü; dediler ki: "Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında zulme sapma ve bizi doğru yolun ortasına yöneltip-ilet. Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen "Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat" dedi ve bana, konuşmada üstün geldi."” (Sad Suresi, 21-23) Kuran-ı Kerim'de Hz. Davud (as)'ın kendisine gelen bu davacılara cevabının şöyle olduğu haber verilmiştir: (Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır..." (Sad Suresi, 24) Hz. Davud (as) da diğer resuller gibi insanları Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşamaya çağırmıştır. Yukarıdaki ayet bunun bir örneğidir. Ayette bildirildiğine göre Hz. Davud (as), kendisine gelen davacılara birbirlerinin haklarını çiğnememelerini öğütledikten sonra onlara, bunun ancak gerçekten iman eden kulların taşıdığı bir ahlak olduğunu hatırlatmıştır. Aynı ayetin devamında, her tavrında Allah'a yönelen Hz. Davud (as)'ın, burada verdiği karardan sonra da O'na yönelip döndüğü şu şekilde bildirilmiştir: “Davud, gerçekten Bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rüku ederek yere kapandı ve (Bize gönülden) yönelip-döndü. Böylece onu bağışladık. Şüphesiz onun Bizim Katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.” (Sad Suresi, 24-25) Allah'ın kendisini karşısına çıkan her olayda denediğini, yaptığı her işte O'nun rızasını gözetmesi gerektiğini bilen, üstün ahlak sahibi Hz. Davud (as)'ın bu davranışı, müminler için çok güzel bir örnektir. İman eden her insan, Kuran-ı Kerim'de övülen bu davranışı örnek almalı, yaptığı herşeye Allah'ın şahit olduğunu, hesap günü yaptıklarından sorguya çekileceğini unutmamalıdır.
Zebur
Cenab-ı Allah, Hz. Davud (as)’a İlahi kitap olarak Zebur’u indirmiştir. Bu gerçek, bir Kuran-ı Kerim ayetinde şöyle bildirilmiştir: “Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.” (Nisa Suresi, 163) Zebur; Hz. Musa (as)’a indirilen Tevrat’ı ve çeşitli Yahudi peygamberleri tarafından yazıldığı veya onların hayatını anlattığı kabul edilen yazıları içeren Eski Ahit’in bir diğer parçasıdır.
HZ. MUSA(as)
Hz. Musa (as) Kuran-ı Kerim'in birçok ayetinde başından geçen olaylar haber verilen bir peygamberimizdir. Kendisine kutsal kitaplardan biri olan Tevrat gönderilmiştir. Fakat Tevrat, Hz. Musa (as)'ın ölümünden sonra insanlar tarafından geniş çapta değiştirildiği için günümüzde bu İlahi kitabın aslı bulunmamaktadır. Allah Hz. Musa (as)'ı seçmiş, onunla konuşmuş, sözlerini insanlara ulaştırması için bir elçi olarak görevlendirmiştir. Hz. Musa (as)'ın çocukluğu, gençliği, Firavun'la olan mücadelesi, kavmini esaretten kurtarma çabası, buna karşılık kavminin kendisine itaat etmemesi, yine de Hz. Musa (as)'ın sabırla öğüt vermeye devam etmesi, Kuran-ı Kerim'de detaylı bir şekilde haber verilmiştir. Kuran-ı Kerim'de bildirilen diğer bütün peygamberler gibi, Hz. Musa (as)'ın hayatı da ders alınması gereken hikmetlerle doludur.
Hz. Musa(as)’ın Doğumu
Kuran-ı Kerim'de bildirildiğine göre Hz. Musa (as)'ın doğduğu dönemde Mısır'ın hükümdarı olan Firavun, İsrailoğulları'nın yeni doğan erkek çocuklarını öldürtüyor, kız çocuklarını ise sağ bırakıyordu. Hz. Musa (as) böyle bir tehlike içinde köle haline getirilmiş kavminin arasında, öldürülme tehdidiyle dünyaya geldi. Her an fark edilip öldürülebilirdi. Cenab-ı Allah endişe içindeki Hz. Musa (as)'ın annesine böyle bir durumda ne yapması gerektiğini şöyle bildirmiştir: "Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik)." (Kasas Suresi, 7) Hz. Musa (as)'ın annesi, ayette bildirildiği üzere endişe ettiğinde onu sandığın içine koyacak ve suya bırakacaktı. Bu vahiy doğrultusunda hareket eden annesi, Hz. Musa (as)'ı bir sandığa koydu ve Nil'in sularına bıraktı. Akıntının onu nasıl ve nereye götüreceğini bilmiyordu. Fakat Allah'ın ilhamı ile, sonunda oğlunun tekrar kendisine geri döneceğini ve peygamber olacağını biliyordu. Herşeyi bir kader ile yaratan Rabbimiz, Hz. Musa (as) için de böyle bir kader takdir etmişti. Allah daha sonra bu gerçeği Hz. Musa'ya şöyle bildirmiştir: "Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:)" "Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır..." (Taha Suresi, 38-39) Burada üzerinde durulması gereken önemli konu, Rabbimiz'in bizler için hazırladığı kadere teslimiyettir. Ayette, Allah Hz. Musa (as)'ın annesine oğlunu suya bırakmasını söylemiş ve sonunda onu Firavun'un alacağını ve onun kendisine geri dönüp elçilerden olacağını bildirmişti. Yani Hz. Musa doğduğunda onun bir sandık içinde suya bırakılacağı, Firavun'un onu bulacağı, sonunda ise Hz. Musa (as)'ın bir peygamber olacağı belliydi. Çünkü Allah Hz. Musa (as)'ın kaderini öyle belirlemişti.
Cenab-ı Allah’ın Yarattığı Kader Mükemmeldir
Burada Hz. Musa (as)'ın hayatındaki tüm detayların en ince ayrıntısına kadar Cenab-ı Allah Katında kaderde takdir edildiği ve aynen takdir edildiği gibi gerçekleştiği açık bir şekilde görülmektedir. Allah'ın Hz. Musa (as)'ın annesine ilettiği vahyin gerçekleşmesi, sayısız şartın tam kaderde tespit edildiği şekilde meydana gelmesi ile olmuştur. Bebek yaştaki Hz. Musa (as)'ın konduğu sandığın su almaması, sandığı sürükleyen akıntının ne daha hızlı ne de daha yavaş olması, esen rüzgarların da sandığı yine tam gerektiği şekilde etkilemesi, Nil boyunca başka birisinin bu sandığı bulmaması, Firavun ve ailesinin de tam olmaları gereken saatte ve olmaları gereken yerde olması... Bunların hepsi Firavun'un ailesinin Hz. Musa (as)'ı bulmasını sağlayan sebeplerden birkaçıdır. Hepsi de Cenab-ı Allah'ın Hz. Musa (as)'ın annesine daha önceden vahyettiği söze uygun olarak tam gerektiği şekilde gerçekleşmiştir. Gerçekte Allah'ın Hz. Musa (as)'ın annesine verdiği söz de ve gerçekleşen tüm diğer olaylar da, Allah'ın ezelde tespit ettiği kadere göre olup bitmiştir. Allah, Hz. Musa (as) kıssasında, zor gibi gözüken olayları kolaylıkla yarattığını ve şer gibi görünen olayları kolaylıkla hayra çevirdiğini insanlara göstermektedir. Bir annenin, bebeğinin zalim askerler tarafından öldürülmemesi ve bebeği kurtarmak için onu nehre yapayalnız bırakması, Mısır'daki diğer erkek çocukları öldürülürken Hz. Musa (as)'ın ülkeyi yöneten kişiler tarafından bulunup evlat edinilmesi… Bu olayların hepsi ayrı birer mucizedir. Bizlere Allah'ın takdir ettiği kaderdeki kusursuzluğu göstermektedir. Kaderde gerçekleşeceği belli olan olaylar müminler için daima hayırla sonuçlanır. Bu örnekte gördüğümüz gibi Cenab-ı Allah kimi zaman bu hayrı hiç umulmadık sebepleri vesile kılarak gerçekleştirmektedir.
Müminlerin İnce Düşünceli Ahlakı
Firavun'un yanında belli bir yaşa eriştikten sonra Mısır'dan ayrılan Hz. Musa (as), Kuran-ı Kerim'de haber verildiğine göre Medyen'e doğru yönelmişti. (Medyen, Mısır'ın doğusunda, Sina çölünün ardında yer alan bir bölgedir. Günümüzde coğrafi konum olarak Ürdün'ün güney ucuna karşılık gelmektedir.) Medyen suyunda hayvanlarını sulayamayan iki kadın gördü. Ayetlerde bildirildiğine göre kadınlar çobanlardan çekiniyorlardı, bu nedenle onların yanına gidip sahip oldukları sürüyü sulayamıyorlardı. Fakat, Hz. Musa (as)'ın ayetlerde bildirildiği üzere, son derece güvenilir ve nezih bir görüntüsü vardı. Bu nedenle kadınlar onunla konuşmaktan çekinmediler. Hz. Musa (as)'a, babaları yaşlı bir kişi olduğu için hayvanları sulamaya kendilerinin gitmek zorunda kaldığını, ancak çobanlar olduğu için sürülerini sulayamayacaklarını anlattılar. Bunun üzerine Hz. Musa (as) kadınlara yardım edip onların hayvanlarını suladı. Kadınların durumu ve Hz. Musa (as)'ın örnek davranışı ayetlerde şöyle bildirilmiştir: "Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler. Hemencecik onların sürülerini suladı..." (Kasas Suresi, 23-24) Burada Hz. Musa (as)'ın nezaketli, ince düşünceli ve yardımsever karakterinin bir örneği görülmektedir. Hz. Musa (as), tanımadığı bu kişilerin yanına giderek onlarla diyalog kurmuş, onlara yardımcı olmuş ve onların güvenlerini kazanmıştır. Öte yandan ayette "çobanlar" olarak tanımlanan kişilerin ise tam aksi yönde bir tavır sergiledikleri anlaşılmaktadır. Kadınlar, Hz. Musa (as) ile diyalog kurabilmelerine rağmen, bu kişilerin yanına bile yaklaşmamışlardır. Söz konusu kişiler; dış görünüm itibarıyla güven vermeyen kimseler olabilir. (En doğrusunu Cenab-ı Allah bilir) Nitekim kadınlardan biri, Hz. Musa (as)'ın güçlü ve güvenilir olmasından söz ederek onun ücretle tutulması için babasına istekte bulunmuştu. Bu konuşma Kuran'da şöyle bildirilmiştir: O (kadın)lardan biri dedi ki: "Ey babacığım, onu ücretli olarak tut; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri)dir." (Kasas Suresi, 26) Kadın bu ifadesiyle, Hz. Musa (as)'ı güvenilir bir insan olarak gördüğünü babasına da açıkça ifade etmişti. Anlaşıldığı üzere bir Müslüman'a yakışan tavır, ayette "çobanlar" olarak tarif edilen bu kişilere benzer tavırlardan şiddetle kaçınmak, öte yandan Hz. Musa (as)'ı örnek alarak nezaketli, ince düşünceli, nezih, ilk gören bir kişinin hemen güveneceği bir görüntü, üslup ve tavır geliştirmektir.
Hz. Musa(as)’ın Firavun ile Mücadelesi
Hz. Musa (as), Allah'tan aldığı ilk vahyin ardından tebliğ görevini eksiksiz olarak yerine getirmek için Rabbimiz'den yardım dilemiştir. Kuran-ı Kerim'de bildirildiğine göre Firavun'a hitap ederken yardımcı olması için konuşması daha akıcı olan kardeşi Hz. Harun'un da kendisine yardımcı olarak verilmesini istemiştir. (Kasas Suresi, 34) Cenab-ı Hakk, Hz. Musa (as)'ın bu isteğini kabul etmiştir. (Kasas Suresi, 35) Ayetlerde bildirildiğine göre Hz. Musa (as) kendisine vahiy geldikten sonra ilk olarak -Allah'ın emri ile-kavmin başında bulunan Firavun'a tebliğe gitmiştir. Firavun, o dönemde kendi ilahlığını ilan etmiş (Allah’ı tenzih ederiz.), son derece sapkın bir insandı. Ve halkı da sahip olduğu maddi güç nedeniyle ona tamamıyla boyun eğmiş durumdaydı. Ayetlerde Hz. Musa (as) Allah'ın emri üzerine Firavun'a gittiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçtiği bildirilmiştir: “(Ona gidip aynı şeyleri tekrarladıklarında, Firavun onlara) Dedi ki: "Sizin Rabbiniz kim ey Musa?" (Musa) Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra doğru yolunu gösterendir." (Firavun) Dedi ki: "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?" (Musa) Dedi ki: "Bunun bilgisi Rabbimin Katında bir kitaptadır. Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz."“ (Taha Suresi, 49-52) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Musa (as) Allah'ın varlığını anlattığı sırada kendisine yöneltilen sorulara son derece hikmetli cevaplar vermiştir. Öncelikle her şeyin Yaratıcısı'nın Allah olduğunu söyleyerek, ardından da Allah'ın üstün sıfatlarını bildirerek karşısındaki kişiye Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü en güzel tarzda tebliğ etmiştir.
Hz. Musa(as) ve İsrailoğulları’nın Kızıldeniz’i Geçişi
Peygamberlik vazifesi verildikten sonra, İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan çıkışı, Kızıldeniz'in mucizevi şekilde yarılması ve daha sonra yaşanan tüm olaylar, Kuran-ı Kerim'de detaylı olarak bildirilen diğer kıssalardır. Zulmün ve adaletsizliğin çok yaygın olduğu bir ortamda doğan Hz. Musa (as), hayatının her döneminde Allah'ın korumasıyla birçok mucize yaşamıştır. Bunlar arasında en bilinenlerinden birisi hiç şüphesiz asasıyla denizi yarmasıdır. Firavun ve çevresinin, yapılan tebliğlere rağmen din ahlakından yüz çevirmeleri sonucunda Allah öncelikle Hz. Musa (as)'a İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmasını emretmiştir: "Musa'ya: Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz diye vahyettik.” (Şuara Suresi, 52) Hz. Musa (as) ve kavmi, Allah'ın buyurduğu gibi Mısır'ı gizlice terk etmişlerdir. Ancak ayetlerde haber verildiğine göre; Firavun bu durumu öğrendiğinde askerleriyle birlikte Hz. Musa (as)'ın ve İsrailoğulları'nın peşlerine düşmüştür: “Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur. Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler. Biz ise uyanık bir toplumuz (dedi). Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık. Hazinelerden ve soylu makam(lar)dan da. İşte böyle; bunlara İsrailoğulları'nı mirasçı kıldık. Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular. İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: Gerçekten yakalandık dediler."” (Şuara Suresi, 53-61) Hz. Musa (as) ve ona tabi olanlar böyle zorlu bir ortamda, yani Firavun'un adamları tarafından yakalandıklarını sandıkları bir sırada Hz. Musa (as), Cenab-ı Allah'ın yardımından asla ümit kesmemiş ve ayette bildirildiği üzere "... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62) diyerek güzel bir tevekkül örneği göstermiştir. Allah, tam bu sırada denizi yararak Hz. Musa (as) ve İsrailoğulları'nı kurtarmıştır. Firavun ve adamları ise azgın suların altında boğulmuşlardır. Bu durum ayetlerde şöyle bildirilmiştir: “Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir."” (Şuara Suresi, 63-68)
Kuran-ı Kerim'de Bildirilen Hz. Musa (as) Kıssaları Gösteriyor ki;
Hz. Musa (as)'ın yaşamı boyunca karşılaştığı olumsuz gibi görünen olaylarda tevekkül etmesi ve Allah'a yönelmesi, her ortamda ve şartta Allah'ın kendisiyle birlikte olduğunu bildiğinin en açık delilidir. Hz. Musa (as) gibi Allah'a güvenmek, O'na tevekkül etmek için Cenab-ı Hakk'ı iyice tanımak ve O'nun şanını gereği gibi takdir etmek gerekir. Unutulmamalıdır ki zorluğu da kolaylığı da yaratan Allah'tır. Allah tüm bunları -belirli hikmetler doğrultusunda- insanları denemek, kimin Rabbimiz'e bağlılıkta kararlılık göstereceğini ortaya çıkarmak için yaratmaktadır. En zor anda bile asla ümitsizliğe kapılmayan, Allah'a güvenen, sabır ve kararlılık gösteren iman sahipleri için Allah mutlaka kolay bir çıkış yolu yaratır.
Tevrat
Tevrat, Cenab-ı Allah'ın Hz. Musa (as)'a vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah, bir Kuran-ı Kerim ayetinde Tevrat'ın "nur" olarak indirildiğini bildirmektedir: “Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi)...” (Maide Suresi, 44) En'am Suresi'nde ise Hz. Musa (as)'a indirilen kitabın, "hidayet ve rahmet" olduğu şöyle haber verilmektedir: “Sonra Biz Musa'ya iyilik yapanların üzerinde (nimetimizi) tamamlamak herşeyi ayrı ayrı açıklamak ve bir hidayet ve rahmet olarak Kitabı verdik. Umulur ki, Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.” (En'am Suresi, 154) Ayrıca Kuran-ı Kerim'de Hz. Musa (as)’a vahyedilen kitabın, insanlara "yol gösterici" kılındığı (Secde Suresi, 23); "bir rehber ve bir rahmet" olduğu (Ahkaf Suresi, 12); onları "karanlıklardan nura çıkarması" için indirildiği (İbrahim Suresi, 5); "Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet" olduğu (A'raf Suresi, 154) ve bu kitapta "herşeyden bir öğüt ve herşeyin yeterli bir açıklaması" olduğu (A'raf Suresi, 145) bildirilmektedir. Günümüzdeki Tevrat, Kuran-ı Kerim ayetleri ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleri ile birlikte incelendiğinde, içinde hak din ahlakına ait pek çok konunun korunduğu, birçok güzel ve hikmetli açıklamalar içerdiği görülür. Allah'ın birliği, Allah korkusu, Allah sevgisi, Allah'a itaat ve teslimiyet, şükür ve dua, iman çoşkusu ve sevinci, yeniden diriliş, kıyamet günü gibi inanç esaslarının, muharref Tevrat'ın içinde, dağınık da olsa yer aldığı görülmektedir. Ayrıca günümüzdeki Tevrat'ta adalet, şefkat, merhamet, alçakgönüllülük gibi ahlaki değerlerle birlikte, hırsızlık yapmamak, zinadan sakınmak, hile yapmamak, faizle para kullanmamak, domuz eti yememek gibi hak din ahlakına ait pek çok hükümle de karşılaşılmaktadır. Ancak Tevrat, yine Kuran-ı Kerim'de bildirildiği üzere, sonradan tahrif edilmiş ve içine insan sözleri katılarak, hak kitap olma özelliğini kaybetmiştir. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, "muharref (tahrif edilmiş) Tevrat"tır. Tevrat'ın değişikliğe, bozulmaya uğradığı, Kuran-ı Kerim’de şu ayetlerle bildirilmektedir: “Kimi Yahudiler, kelimeleri ‘konuldukları yerlerden' saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: "Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina' bizi güt, bize bak" derler. Eğer onlar: "İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve ‘Bizi gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar.” (Nisa Suresi, 46)
HZ. İSA(as)
“Onların ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.” (Maide Suresi, 46) ayetiyle haber verildiği üzere Hz. İsa (as)'a Allah Katından İncil vahyedilmiştir. Hıristiyanlar ve Müslümanlar, Allah'ın seçkin kıldığı kulu Hz. İsa (as)'a derin bir sevgi ve saygı beslemektedirler. Hz. İsa (as), Allah'ın Kuran-ı Kerim ayetleriyle bize tanıttığı ve alemlere üstün kıldığı mübarek bir elçisidir. Kuran-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın "Dünyada ve ahirette seçkin, onurlu, saygın ve (Allah'a) yakın kılınanlardan" (Al-i İmran Suresi, 45) olduğu bildirilmektedir. O, Allah'ın çeşitli mucizelerle ve üstün bir ahlakla şereflendirdiği kıymetli bir kuludur. Hz. İsa (as) Cenab-ı Allah'ın kitap verdiği elçilerinden biridir. Bu kutlu peygamberimiz, babasız olarak dünyaya gelmiştir. Bu, onun yaşamındaki mucizelerden biridir. Doğumundan itibaren tüm yaşamı boyunca kendisine pek çok mucize verilen Hz. İsa (as)'ın yaratılışı Kuran-ı Kerim'de şu şekilde bildirilmiştir: “Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. Gerçek, Rabbinden (gelen)dir. Öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma.” (Al-i İmran Suresi, 59-60)
Hz. İsa(as)’ın Doğumu
Cenab-ı Allah, Kuran-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın doğumundan ölümüne kadar her konuda, diğer insanlardan büyük farklılıklar gösterdiğine dikkat çekmiştir. Herşeyden önce Hz. İsa (as), bilinen sebeplerin dışında bir yaratılışla doğmuş ve babasız olarak dünyaya gelmiştir. Allah, o doğmadan önce, birçok özelliğini ve onu insanlar için bir Mesih olarak gönderdiğini melekleri aracılığıyla annesi Hz. Meryem (as)'a bildirmiştir. Hz. İsa (as)'ın bu seçkin özelliklerinden biri, "Allah'ın kelimesi" olarak sıfatlandırılmış olmasıdır: “Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendi'nden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır... (Al-i İmran Suresi, 45) Kuran-ı Kerim'de "Allah'ın kelimesi" ifadesi yalnızca Hz. İsa (as) için kullanılmıştır. Cenab-ı Hakk, Hz. İsa (as) henüz dünyaya gelmeden onun ismini bildirmiştir. Allah Kendi'nden bir kelime olarak Hz. İsa (as)'a "İsa Mesih" ismini vermiştir. Bu, Hz. İsa (as)'ın diğer insanlardan daha farklı bir yaratılışla yaratıldığının ifadelerinden biridir. Allah, hamileliği ve Hz. İsa (as)'ın doğumu aşamasında Hz. Meryem (as)'ı her açıdan en güzel şekilde desteklemiş, ona yol göstermiştir. Allah kavminden uzakta, tek başına gerçekleşen bu hayati olayda, hiçbir tecrübesi olmayan ve bir yardımcısı da bulunmayan Hz. Meryem (as) için ortamı uygun kılmış ve doğum sorunsuz bir şekilde gerçekleşmiştir. Hz. Meryem Allah'ın yardımıyla bu zor işi tek başına gerçekleştirebilmiştir. Cenab-ı Hakk, Hz. Meryem (as)'a olan bu nimetini Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirmektedir: Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır. Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin. Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım. (Meryem Suresi, 23-26) Ayetlerde de görüldüğü gibi Allah vahyi ile Hz. Meryem (as)'a yardımını iletmiş, hüzne kapılmamasını, alt yanında onun için bir su arkı kıldığını bildirmiştir. İhtiyaç duyduğu her konuda yapması gereken herşeyi bildirerek ona yardım etmiş ve doğumun en iyi şekilde gerçekleşmesini sağlamıştır. Allah'ın Hz. Meryem (as) üzerindeki rahmeti ve koruması doğum olayında tüm açıklığıyla görülmektedir. Hz. İsa(as) Daha Beşikteyken Allah’ın Kulu ve Elçisi Olduğunu Bildirmiştir Allah, Hz. Meryem (as)'a Hz. İsa (as)'ın doğumunu müjdelediği zaman, onun henüz beşikteki bir bebekken konuşacağını da haber vermişti. İşte o mucize, bu zor anında Hz. Meryem (as)'a Rabbimiz'den çok büyük bir destek olmuştur: “Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.” (Al-i İmran Suresi, 46) Allah Hz. Meryem (as)'ın yapacağı açıklamayı mucizevi bir şekilde Hz. İsa (as)'a yaptırmıştır. Böylece, hem Hz. Meryem (as)'ı atılan iftiralardan temize çıkarmış, hem de bir mucize ile Hz. İsa (as)'ın elçiliğini İsrailoğullarına müjdelemiştir: “Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de. İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri hak söz."” (Meryem Suresi, 29-34)
Cenab-ı Allah’ın Hz. İsa(as)’a Bahşettiği Mucizeler
Hz. İsa (as) insanları Allah'a iman etmeye davet etmek için yaptığı yolculuklar sırasında Allah'ın dilemesiyle başka mucizeler de gerçekleştirmiştir. Hz. İsa (as)'ın ayetlerde bildirilen mucizeleri; babasız olarak doğması, beşikte iken konuşması, çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp, nefesiyle canlandırıp uçurması, doğuştan kör olanı, alaca hastalığını iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, insanların yediklerini ve saklayıp biriktirdiklerini haber vermesi, kendisinden sonra gelecek kutlu insanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i "Ahmet" ismiyle haber vermesi sayılabilir. Bu mucizeler, Kuran-ı Kerim ayetlerinde şu şekilde haber verilmektedir: ..."Gerçek şu, ben size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Al-i İmran Suresi, 49) “Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti…” (Saff Suresi, 6) Gösterdiği mucizeler Hz. İsa (as)'ın, Allah'ın alemler üzerine seçip beğendiği, ilim ve kuvvet olarak desteklediği, çok kıymetli bir peygamber olduğunu açıkça ortaya koymuştur. İnsanlar Hz. İsa (as)'ın gösterdiği bu büyük mucizelerden çok etkilenmişlerdir. Ancak ayette de bildirildiği üzere Hz. İsa (as) daima, bu mucizelerin Allah'ın izniyle gerçekleştiğini belirtmiş ve her sözünde Cenab-ı Allah'ı yüceltmiştir.
Hz. İsa(as)’ın Kutlu Mücadelesi
Hz. İsa (as)'ın geldiği dönemde, Yahudi toplumunun içinde din ahlakını farklı şekillerde yorumlayan birçok mezhep bulunmaktaydı. Allah'ın Hz. Musa (as)'a vahyettiği hak din ahlakından uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar türetilmişti. Bunlara ek olarak, putperest Helen kültürü de insanlar arasında yaygınlaştırılmakta ve özendirilmekteydi. Bu kültürün etkisi altındaki bazı Yahudi mezhepleri ise sahip oldukları tevhid inancının yerine, bu sapkın anlayışın sembollerini, heykellerini koymaya başlamışlardı. Karmaşa içindeki topluma hidayet önderi olarak gönderilen Hz. İsa (as) aralarında bulunduğu süre boyunca çok çeşitli topluluklarla mücadele etmiştir. Kuran-ı Kerim ayetlerinden Hz. İsa (as)'ın dinleri konusunda ihtilafa düşenlere yol gösterdiği anlaşılmaktadır. Allah Kuran-ı Kerim'de şu şekilde bildirmektedir: İsa açık belgelerle gelince, dedi ki "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. (Zuhruf Suresi, 63) Hz. İsa (as), tüm peygamberler gibi, bozuk olan, her türlü ahlaksızlığı meşru gören "kurulu düzen"i hedef almıştı. İnsanlara yaptıkları tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve putperest dinlerini terk etmelerini sadece Allah için yaşamalarını tebliğ ediyordu. Hz. İsa (as) insanlara Allah korkusunu, Allah'ı sevmeyi, Allah'a teslim olmayı öğütlüyordu. Batıl kurallardan, bağnaz uygulamalardan uzaklaşmalarını, sadece Allah'a ibadet edip yaptıkları her işte Allah'a yönelmelerini söylüyordu. Onun iman derinliği, yüksek ahlakı, üstün kavrayışı ve hikmetli açıklamaları insanlarda büyük bir hayranlık uyandırıyordu. Peygamberler, Allah'ın kendilerine verdiği sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirmiş, insanları hidayet yoluna davet etmek için ellerindeki imkanları ve tüm güçlerini sonuna kadar kullanmışlardır. Hz. İsa (as) da kendisine kurulan tüm tuzaklar, atılan iftiralar ve düzenlenen saldırılar karşısında çok üstün bir sabır göstermiş, Allah'a tevekkül edip tebliğine devam etmiştir. O, yanında az sayıda yardımcısı olmasına rağmen hep galip gelen taraf olmuştur. Bu tebliğ sırasında din ahlakını aslına döndürmek, hurafelerden ve batıl uygulamalardan temizlemek için pek çok yönteme başvurmuştur. Rabbimiz'in kendisine bahşettiği üstün kavrayış ve hikmet sayesinde İsrailoğullarına karşı son derece etkileyici konuşmalar yapmış, hikmetli örnekler vermiştir. Ancak tüm bu faaliyetler, düşmanlarının daha katı davranmalarına, Hz. İsa (as)'ı öldürmek için büyük bir tuzak kurmalarına yol açmıştır.
Hz. İsa(as)’a Kurulan Tuzak
Kuran-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ı öldürmek amacıyla inkar edenlerin bir tuzak kurdukları haber verilir. Bu tuzağın sonu ise Kuran'-ı Kerim'de şöyle bildirilmiştir: “Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (Al-i İmran Suresi, 54) Ayette de bildirildiği gibi, Hz. İsa (as)'ı öldürmek için harekete geçilmiş, tuzak kurulmuştur. Ancak onlar Hz. İsa (as)'ı öldürmeyi başaramamışlar, onun bir benzerini, Hz. İsa (as) zannederek öldürmüşlerdir. Allah, Hz. İsa (as)'ı Kendi Katına yükselterek, hazırlanan tuzağı boşa çıkarmıştır: “Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa Suresi, 157-158) Romalıların Hz. İsa (as)'ı çarmıha gererek öldürdükleri iddiası dünya genelinde oldukça yaygındır. Bu iddiaya göre, Hz. İsa (as)'ı tutuklayan Romalılar ve Yahudi din adamları onu çarmıha gererek öldürmüşlerdir. Nitekim, Hıristiyan aleminin çok büyük bir bölümü de olayı bu şekilde kabul etmekte, fakat Hz. İsa (as)'ın öldükten sonra dirilerek göğe yükseldiğine inanmaktadır. Oysa ayette bildirilen gerçek açıktır. Hz. İsa (as)'ı öldürmeye kalkışan Romalılar, bunda başarılı olamamışlardır. Ayette geçen "...Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." ifadesi bu durumu açıkça haber vermektedir. Allah insanlara Hz. İsa (as)'ın bir benzerini göstermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir ve Allah'ın takdir ettiği zaman geldiğinde yeniden yeryüzüne gelecektir.
İncil
“Onların ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.” (Maide Suresi, 46) ayetiyle haber verildiği üzere Hz. İsa (as)’a Allah Katından İncil vahyedilmiştir. Hıristiyanlık dini hakkında yeterince bilgisi olmayan kişiler, İncil metinlerinin Hz. İsa (as) ile aynı dönemde yazıldığını düşünürler. Oysa bu doğru değildir. İncil Hz. İsa (as)'dan çok daha sonraları yazılı metin haline getirilmiştir. Markos İncili'nin MS 70, Matta İncili'nin MS 80, Luka İncili'nin MS 90 yılında, Yuhanna İncili'nin ise 90-100 yılları sırasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Diğer İncil metinleri de aynı dönemler içinde yazılmıştır. O dönemde var olan birçok İncil arasında ortak bir kitap oluşturulması ise İznik Konsili sırasında gerçekleştirilmiştir. Kuran-ı Kerim ayetlerinde bizlere İncil'in zaman içinde tahrif edildiği, bu nedenle içinde çeşitli yanlış inanışları barındırdığı bildirilmektedir. Dolayısıyla günümüzde mevcut olan İncil'de hak bölümler olabileceği gibi insanlar tarafından eklenmiş hatalı bilgiler de bulunmaktadır. Üçleme inancı da bunlardan biridir. Bu sapkın inanç, İncil’in tahrif edildiğinin açık delillerinden biridir. Nisa Suresi'nde İncil’e sonradan eklenen üçleme inancının yanlışlığı bizlere şöyle haber verilmektedir: “Ey Kitap Ehli, dininiz konusunda taşkınlık etmeyin, Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('OL' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve elçisine inanınız; "üçtür" demeyiniz. (Bundan) kaçının, sizin için hayırlıdır. Allah, ancak bir tek İlah'tır. O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur. Vekil olarak Allah yeter. Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır.” (Nisa Suresi, 171-172)
HZ. MUHAMMED(sav)
Peygamber Efendimiz (sav), Cenab-ı Allah'ın "… ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur..." (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için gönderilmiş olan son peygamberimizdir. Allah'ın kendisine en son hak kitabı olan Kuran-ı Kerim'i vahyettiği Hz. Muhammed (sav), güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı, Allah'ın dostu, Rabbimiz'in Katında üstünlüğü olankutlu bir şahıstır. Müminlerin de dostu, en yakını ve velisidir. Allah, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız." (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle de bildirdiği gibi son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah'a olan güçlü imanı ile, Allah'ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah'ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur.
Peygamberimiz(sav) Sadece Kendisine Vahyolunana Uymuştur
Peygamberimiz (sav)'in Kuran-ı Kerim'de de çok kereler zikredilen en önemli özelliklerinden biri, sadece Allah'ın indirdiğine uyması, insanların rızasını gözetmeden, insanlardan çekinmeden sadece Allah'ın bildirdiklerine tabi olmasıdır. Hatta, çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran-ı Kerim'i ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur. Bir ayette Allah, Peygamberimiz (sav)'in bu insanların ısrarlarına nasıl karşılık verdiğini bizlere şöyle haber vermektedir: “Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbim'e isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?"” (Yunus Suresi, 15-16)
İnsanlardan Hiçbir Karşılık Beklememiştir
İslam dininin en temel özelliklerinden biri, insanın tüm yaşamını Allah korkusu üzerine bina etmesi ve tüm ibadetlerini de yalnızca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için yapmasıdır. Cenab-ı Allah bir ayetinde müminlere "De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) şeklinde buyurmaktadır. Allah Kuran-ı Kerim'de müminlere, din ahlakını sadece Allah için, başka hiçbir amaç katmaksızın yaşamalarını emretmiştir. Bir kimsenin Cenab-ı Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. Bu güzel ahlaka en güzel örnek, Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir. Peygamber Efendimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. Peygamberimiz (sav) bu güzel ahlakını birçok kereler kavmine de tekrarlamıştır. Kuran-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz (sav)'in bu sözleri şöyle haber verilmektedir: "De ki: Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86)
Yanındakilere Daima Hoşgörülü Davranmıştır
Peygamberimiz (sav)'in yanında her karakterden, her düşünceden insan bulunmuştur. Ancak Peygamberimiz (sav) hayatı boyunca her biri ile tek tek ilgilenmiş, her birinin eksiklerini ve hatalarını düzeltmek için onları uyarmış, başta iman olmak üzere onları her türlü konuda eğitmeye çalışmıştır. Çevresindekilere din ahlakını zor kullanarak veya şart koşarak kabul ettirmeye çalışmamış, her türlü durumda din ahlakını güzellikle anlatmıştır. Onun bu şefkatli, hoşgörülü, anlayışlı ve sabırlı tavrı, birçok insanın kalbinin din ahlakına ısınmasına ve Peygamberimiz (sav)'e büyük bir içtenlik ve sevgi ile bağlanmalarına vesile olmuştur. Allah, Peygamber Efendimiz (sav)'in çevresindekilere gösterdiği bu güzel tavrını Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirmektedir: "Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile…" (Al-i İmran Suresi, 159)
Peygamberimiz(sav)’in Zorluklar Karşısındaki Güzel Tavrı
Hz. Muhammed (sav), peygamberliği boyunca, türlü zorluklarla karşılaşmıştır. Kavminden inkar edenler ve müşrikler ona karşı son derece incitici sözler söylemişler, bazıları da Peygamberimiz (sav)'i öldürmek dahi istemiş ve bunun için planlar kurmuştur. Buna rağmen, Peygamberimiz (sav) her kültürden ve karakterden insanı eğitmeye, onlara Kuran-ı Kerim'i, dolayısıyla güzel ahlakı, güzel tavrı öğretmeye çalışmıştır. Kuran-ı Kerim ayetlerinde bildirildiği gibi, bazı kişiler en temel görgü kurallarından dahi habersiz oldukları için Peygamberimiz (sav) gibi ince düşünceli, üstün ahlaklı bir insana sıkıntı verebileceklerini düşünmemişlerdir. Peygamberimiz (sav) ise tüm bunlara karşı büyük bir sabır göstermiş her durumda Allah'a yönelerek Allah'ın yardımını istemiş ve müminlere de sabrı ve tevellülü tavsiye etmiştir. Allah, Kuran-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz (sav)'e birçok ayeti ile, inkar edenlerin söylediklerine karşı sabırlı olmasını buyurmaktadır. Bu ayetlerden biri şöyledir: “Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et.” (Kaf Suresi, 39) Peygamberimiz (sav)'in tüm olumsuzluklara rağmen sabır göstererek din ahlakını yaşamakta ve tebliğ etmekte kararlılık göstermesi, müminlerin karşılaştıkları olaylarda kendilerine örnek almaları gereken bir üstün ahlak özelliğidir. Nefislerine ters düşen en küçük bir olayda ümitsizliğe kapılanlar, en küçük bir itirazda tahammülsüzlük gösterenler, Allah'ın bildirdiği din ahlakını anlatmaktan vazgeçenler ya da yaptıkları ticarette başarısız olunca mutsuz olanlar, bu tavırlarının Allah'ın Kitabı'na ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olmadığını bilmelidirler. İman edenler, her olayda sabır gösterip, Allah'ı vekil tutup O'na hamd ederek, Peygamberimiz (sav) gibi üstün bir ahlak göstermeli ve Rabbimiz'in rızasını, rahmetini ve cennetini ummalıdırlar.
Peygamberimiz(sav)’in Sahabeleri ile Olan İlişkisi ve Sohbetleri
Peygamberimiz (sav), çevresindeki Müslümanlarla çok yakından ilgilenirdi. Onların her birinin imanını, tavrını, temizliğini, neşesini, sağlığını yakından takip ederdi. Her birinin eksiklerini, ihtiyaçlarını gözetir, temin edilmesini sağlardı. Onlarla olan sohbetlerinde ise, onları çok hoş tutar, gönüllerini alırdı. Sahabeler yanından neşe ve huzur içinde ayrılırlardı. En yakınlarından biri olan Hz. Ali (as), Peygamberimiz (sav)'in sohbetlerindeki ortamı ve sahabeleriyle olan ilişkisini şöyle açıklamıştır: "Resulullah insanların eli en açık, gönlü en geniş ve şivesi en düzgün olanı, yüklendiği işi en iyi şekilde ifa edeni, en yumuşak huyluları ve sohbeti en güzel olanıydı. Onu tanıyıp sohbetinde bulunanlar ona severek sokulurdu. Onu niteleyen: 'Ondan önce de ondan sonra da onun gibisini görmedim' derdi. Ne zaman kendisinden bir şey istense onu mutlaka verirdi." (Tirmizi; Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.814) “Gelen yabancıların aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla karşılardı. Ashab bazen buna kızarlardı da o onları teskin eder, şöyler derdi: "Böyle kimseleri gördüğünüzde onu irşad edin (doğru yola iletin)!"” (İmam Muhammed Bin Muhammed bin Süleyman er-Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, Cem'ul-fevaid min Cami'il-usul ve Mecma'iz-zevaid, cilt 5, İz Yayıncılık, s.34) "Kimsenin sözünü kesmez, bitirinceye kadar beklerdi." (a.g.e.) “Torunu Hz. Hasan (as) ise Peygamberimiz (sav) için şunları söylemiştir: "Bakışları son derece anlamlı idi... Mani kelimelerle (az sözle çok mana ifade edecek şekilde) gayet güzel ve veciz konuşurdu. Sözlerinde ne fazlalık olurdu ve ne de eksiklik."” (a.g.e. s.33) "Allah Resulü'nün elini birisi tuttuğunda o kişi elini bırakmadıkça, Resulullah (sav) elini çekmezdi. Kendisiyle konuşan herkese karşı yüzünü döndürür, konuşan lafını bitirmeden çehresini çevirmezdi." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s.44)
Peygamberimiz(sav)’e Uyanlar Kurtuluşa Erenlerdir
Cenab-ı Allah, ayetlerinde Allah'a ve Resulüne iman etmenin, Peygamber Efendimiz (sav)'i savunup desteklemenin ve onu izlemenin önemine dikkat çekmekte ve bu kişilerin kurtuluşa ereceklerini şöyle müjdelemektedir: “Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” (Araf Suresi, 157) Bu dönemde Peygamberimiz (sav)'i desteklemek ise ancak Kuran-ı Kerim'e tam tabi olmakla ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uymakla, Kuran ahlakını onun gösterdiği çabanın bir benzeri ile tüm dünyaya yaymaya çalışmakla, ahlakça ve tavırca gücünün yettiğinin en fazlasıyla ona benzemek için gayret etmekle olacaktır. Böyle bir tavır gösterildiği takdirde Allah Peygamberimiz (sav)'e nasıl yardım ettiyse, ona destek olanlara da yardım edecek ve yollarını açarak, onlara umulmadık başarılar verecektir. Ancak en önemlisi bu üstün ahlak Rabbimiz'in rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmaya bir vesile olacaktır.
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim Cenab-ı Allah’ın kullarına indirdiği son hak kitabıdır. Daha önce indirilen ve tahrif edilen İlahi kitaplardan farklı olarak Cenab-ı Allah Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’e vahyettiği Kuran-ı Kerim’in kıyamet gününe kadar kesin olarak değiştirilemeyeceğini bildirmiştir. Bununla ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (Hicr Suresi, 9) Kuran-ı Kerim, indirildiği günden bu yana her çağda yaşayan her insan grubunun anlayabileceği kolay ve anlaşılır bir dile sahiptir. Cenab-ı Allah, Kuran'-ı Kerim’in bu üslubunu,"Andolsun Biz Kuran'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık..." (Kamer Suresi, 22) ayetiyle haber vermiştir. Kuran-ı Kerim’in kitap haline getirilmesi Hz. Ebu Bekir (ra)’ın halifeliği döneminde ayetlerin bir araya getirilmesinin ardından gerçekleşmiştir. Kuran-ı Kerim’in çoğaltılması ise Hz. Osman (ra) döneminde olmuştur. Hz. Osman (ra)'ın İslam dinine yaptığı en önemli hizmetlerden biri budur. Hz. Osman (ra) zamanında, şive farklılıklarından dolayı Kuran-ı Kerim ayetlerinin farklı okunması üzerine bir kurul oluşturularak Kuran-ı Kerim çoğaltılmıştır. Bir örneği Medine'de bırakılarak Mekke, Şam, Kufe, Basra, Mısır ve diğer eyaletlere gönderilmiş; böylece Kuran-ı Kerim'in günümüze kadar orijinalinin ulaşmasına vesile olunmuştur.
SONUÇ:
Allah Katında Din İslam’dır Tarih boyunca çeşitli kavimlere peygamberler gönderilmiştir. Allah'ın elçileri, gönderildikleri kavimleri doğru yola davet etmişler ve onlara hak dini tebliğ etmişlerdir. Bazı insanlar ise, geçmişte elçilerle beraber birbirinden farklı birçok dinin gönderildiğini düşünmektedirler. Oysa bu son derece yanlış bir düşüncedir. Çünkü Allah'ın farklı dönemlerde farklı kavimlere gönderdiği din ahlakı aslında tektir. Temelde Allah'ın gönderdiği dinler arasında çok büyük farklılıklar yoktur. Geçmiş peygamberlere gönderilen de, Hz. Davud (as)’a, Hz. Musa (as)'a, Hz. İsa (as)'a vahyedilen de ve son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e indirilen de Allah Katında hak olan tek dindir. En önemlisi de hak din ahlakının tebliğ edildiği her insan, Allah'ın elçileri aracılığıyla davet ettiği bu din ahlakına uymakla yükümlü tutulmuştur. Bu gerçeği haber veren ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: “De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız." Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.” (Al-i İmran Suresi, 84-85)
DİPNOT 1:
Kuran-ı Kerim'de bildirilen peygamber kıssaları ve resullerin kavimlerine olan tebliğleri o dönemde yaşayan insanlar için ne kadar yol gösterici oldularsa, bugün bizler için de o kadar hidayet kaynağıdırlar. Gelecekte yaşayacak insanlar için de yine aynı şekilde yol gösterici olmaya devam edeceklerdir. Allah Kuran-ı Kerim'in bu özelliğini "Şüphesiz bu Kuran, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9) ayetiyle insanlara hatırlatmıştır. Bu nedenle Kuran-ı Kerim'in her ayeti gibi, resullerimizin tebliğlerinin anlatıldığı her kıssa da, müminler için "en doğru yola iletici" bilgileri içermektedir.
DİPNOT 2:
Önemli Not: Yazı boyunca hak kitaplar olarak zikredilen Zebur, Tevrat ve İncil'in tahrif edilmemiş, ilk vahyedildikleri halleri kastedilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder