8 Nisan 2009 Çarşamba

Yaşam Dergisi 6 (Her Zaman Allah'a Şükretmek)

Şükretmek, verilen her türlü nimetten ötürü, dille ve kalple Cenab-ı Allah'a olan minnet ve teşekkürünü ifade etmek, bu nimetleri Kuran-ı Kerim'de bildirildiği şekilde kullanarak takdir etmek demektir. Şükretmenin aksi ise Kuran-ı Kerim’de, nankörlük anlamına gelen “küfür” terimiyle tanımlanır. Yalnızca bu tanım bile şükretmenin Cenab-ı Allah Katında ne kadar önemli bir ibadet olduğunu ve şeytanın yolunu izleyerek bu ibadetten uzaklaşmanın insanı ne kadar kötü bir konuma soktuğunu göstermesi açısından yeterlidir. Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Hayır, artık (yalnızca) Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol. (Zümer Suresi, 65-66) Kibir, haset ve kıskançlığından ötürü kıyamete kadar tüm yaşamını insanları saptırmaya adamış olan şeytan, insanın şükürden uzaklaşmasını kendisi için yeterli ve büyük bir başarı olarak görmektedir. Şeytanın ana hedeflerinden birinin insanları şükürden alıkoymak olduğu dikkate alındığında, şükretmeyen bir kimsenin nasıl büyük bir sapkınlık içinde olduğu daha iyi anlaşılır. Şeytanın bu hedefini ve şükretmenin ne kadar önemli bir ibadet olduğunu şeytanın Kuran-ı Kerim’de söylediği bildirilen şu sözlerinden anlayabiliriz: Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (Araf Suresi, 16-17)
Şükür, İmtihanın Bir Parçasıdır
Cenab-ı Allah insana Katından sayısız nimetler verir, ona nasıl davranması gerektiğini bildirir ve onun bu nimetler karşısındaki tavrını dener. Bu durum aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir: Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3) Ayette, denenmekte olan insanın iki yoldan birini, yani şükrü veya nankörlüğü seçeceği bildirilmiştir. Dolayısıyla ayette, şükretmenin imanla, şükretmemenin ise küfürle eş tutulduğu açıkça görülmektedir. Azabın temelinde de şükretmemek vardır. Rabbimiz, iman edip şükredenler için azabın söz konusu olmadığını müjdelemektedir: Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah azabınızla ne yapsın? Allah şükrün karşılığını verendir, bilendir. (Nisa Suresi, 147) Bu ayette olduğu gibi Allah, şükrün karşılığını vereceğini, şükredenlere nimetini artıracağını ve onları ödüllendireceğini Kuran-ı Kerim’in başka birçok ayetinde de bildirmiştir. Bu ayetlerden biri de şöyledir: Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir.” (İbrahim Suresi, 7) “Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl Suresi, 18) ayetinde bildirildiği gibi, Cenab-ı Allah’ın nimetlerini tek tek sayabilmek değil, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir. Nimetin sınırı olmadığı gibi şükretmenin de bir sınırı yoktur. O halde insan sürekli bir şükür halinde bulunmalı, Cenab-ı Allah’ın nimetini anmalı, hatırda tutmalı, anlatmalıdır.
Şükredenlere Sunulan Rahmet
Kuran-ı Kerim’de şükretmekle ilgili önemli bir sır haber verilmiştir. Bu sır, Allah’ın Kuran-ı Kerim’de ve dış dünyada yarattığı ayetleri (delilleri) ancak çokça şükredenlerin anlayabileceğidir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir: Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58) Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. (Lokman Suresi, 31) Cenab-ı Allah’ın bu ayet ve delillerinin hikmeti ancak çokça şükredenlerin ulaştıkları kavrayış ve duyarlılık ile anlaşılabilir. Nankör ve duyarsız kişiler ise Allah’ın ayetlerinin hikmetlerini anlayamaz hatta bu ayetlerin farkına bile varamazlar. Unutmamak lazım ki; Allah her şeyi bir amaç ve hikmetle yarattığı gibi, insana verdiği nimetleri de bir amaç üzerine yaratmıştır. İnsana verilen herşey, insanın Allah’a şükretmesi için birer nimettir. Nimetin verilmesindeki amaç ise, o nimeti kullanan kişiyi Allah’a yöneltmektir. Çünkü verilen herşey, karşılığında şükrü gerektirir.
Şükür Nefse Karşı Bir Kalkan Gibidir
Şükür hem büyük bir ibadettir, hem de insanı “şeytanın yoluna uymaktan” koruyan bir kalkan gibidir. Çünkü insanın nefsinde, zenginlik ya da güç bulduğunda zalimleşmeye, zorbalaşmaya, vicdansızlaşmaya karşı bir eğilim vardır. Din ahlakına göre yaşamayan bir kişi zenginleşir, güzel imkanlara kavuşursa, acizliğini unutmaya ve kibirlenmeye başlar. Şükür, işte bu “yanlış yola uymayı” engeller. Şükreden insan bilir ki eline geçen her nimeti kendisine veren Cenab-ı Allah’tır. Bu nimeti de, Allah’ın yolunda, Rabbimiz'in istediği biçimde kullanmakla yükümlüdür. Kendilerine büyük makam, büyük mülk ve hakimiyet verilen Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as)'ın tevazu ve olgunluklarının anahtarı budur. Kendisine verilen mülk nedeniyle inkarcılardan olan Karun’un da yaptığı hata, şükretmeyi bilmemesidir. Eğer mümin, kendisine verilen nimetlerden dolayı Allah’ın yolundan sapmayacağını yaptığı şükürle Allah’a gösterirse, Allah da ona daha fazla nimet verir. Cenab-ı Allah’ın Kuran-ı Kerim’de verdiği “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir” (İbrahim Suresi, 7) hükmü, bunu açıkça ifade etmektedir. Şükür, yalnızca Allah’a söz ile hamd etmekle değil, Rabbimiz’in verdiği tüm nimetleri Hak yolunda kullanmakla olur. Mümin, kendisine verilen her şeyi, Allah rızası için kullanmakla yükümlüdür. En başta da, kendisine verdiği bedeni O’nun rızasını kazanmak için kullanacaktır. Kuran-ı Kerim’de, Allah’ın nimetlerine şükretmenin, O’nun nimetlerini başkalarına anlatmakla, yani din ahlakını tebliğ etmekle olacağı şöyle haber verilir: Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, ‘doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11) Peygamberimiz (sav)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de, Resulullah Efendimiz (sav)’in şükretmekle ilgili şöyle dua ettiği bildirilmektedir: Şeddat b. Evs’ten: Resulullah (s.a.v.) namazlarında şöyle dua ederdi: "Allah’ım, senden işlerde sebata doğruluğa ve kemale karşı gayret istiyorum. Senden nimetlerine şükür, sana güzel ibadet etme gücü vermeni istiyorum. Senden dürüst bir kalb ve doğru bir lisan isterim. Senden bildiğin hayırları isterim. Bildiğin şerlerden sana sığınır ve bildiğin hatalarımdan dolayı da senden af dilerim." (Sünen’in Nesei, Kalem Yayıncılık, Cilt 3-4, s.81)
Şükretmenin Önemi
Kuran-ı Kerim’de bir müminin, olgunluk çağı olan kırk yaşına ulaştığı zaman yaptığı duada, Cenab-ı Allah’tan ilk olarak O’nun nimetine şükredici olmayı istemesi şükretmenin önemine dikkat çekmektedir: Biz insana, “anne ve babasına” iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: “Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım.” (Ahkaf Suresi, 15)
İslam Alimlerimizin Şükretmekle İlgili Hikmetli Sözleri
Bediüzzaman Said Nursi ise şükretmenin, insanı Yüce Rabbimiz'e yaklaştıran çok önemli bir ibadet olduğunu hatırlatmıştır: “İnsanı, camiiyetine (birçok manayı ve hakikate sahip olmasına) göre en ala (yüksek) mevki olan ahsen-i takvime (Cenab-ı Hakk’ın insanı, en güzel biçim, sıfat ve surette yaratmasına) çıkarmak vasıtası şükürdür. Şükür olmazsa esfel-i safiline (aşağıların en aşağısı, cehennemin en aşağı tabakasına) düşer, bir zulm-ü azimi (en büyük zulüm) irtikab eder (işlenmiş olunur).” (Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, s. 351)
Seyyid Abdülhakim Arvasi ise, Cenab-ı Allah’a şükretmenin nasıl olması gerektiğini şöyle açıklamıştır: Hamd, O nimet vericiyi ibadetle bilmektir. Şükür, Hakk’ın kuluna verdiğini O’nun yolunda kullanmaktır. (Maneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar, Vehbi Vakkasoğlu, s. 29)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder