Güneş'in Dünya üzerindeki ısının belli bir aralıkta olmasına, görme işleminin gerçekleşmesine ve bitkilerin fotosentez yapmasına vesile olması; Ay'ın iklimler, mevsimler ve Dünya'nın dönüş hızı üzerindeki etkisi ve yıldızların kainata hayati bir görevle yerleştirilmiş olması Cenab-ı Allah'ın kulları üzerindeki sonsuz rahmetinin birer tecelisidir. Evrenimizi, içinde yer aldığımız Samanyolu Galaksisi'ni, Güneş Sistemimizi ve üzerinde yaşadığımız Dünya gezegenini kuşatan milyonlarca kanun, denge ve ölçü vardır. Bu kanun, denge ve ölçülerin her biri insan yaşamına imkan sağlayacak bir evreni oluşturacak "mucizevi" bir biçimde özel olarak yaratılmıştır. Güneş Sistemimizdeki tek ışık kaynağı olan Güneş, yaşam için elverişli iklim koşullarının korunmasına vesile olan Ay ve aralarındaki ölçülü mesafelerle hayati işlevler gören yıldızlar bu özel yaratılmış mucizelerdendir.
Güneş'in Muazzam Özellikleri
Yeryüzündeki Özel Isı Aralığı
Dünya'nın yaşam için en gerekli şartları, ilk bakışta, ısısı ve atmosferidir. Mavi gezegen, canlıların, özellikle de bizim gibi son derece kompleks canlı varlıkların yaşayabileceği bir ısı değerine ve soluyabileceği bir atmosfere sahiptir. Ancak bu iki etken de, birbirinden son derece farklı faktörlerin her birinin ideal değerlerde belirlenmesiyle gerçekleşmiştir. Bunlardan birisi, Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığıdır. Elbette ki Dünya Güneş'e Venüs kadar yakın ya da Jüpiter kadar uzak olsaydı, yaşama imkan verecek bir ısı değerine sahip olamazdı. Karbon bazlı organik moleküller, az önce belirttiğimiz gibi, 120°C ile -20°C arasında değişen bir ısı aralığında oluşabilirler. Güneş Sistemi'nde bu ısı değerine sahip olan yegane gezegen ise Dünya'dır. Tüm evren düşünüldüğünde ise, hayat için gerekli olan bu ısı aralığının, gerçekte elde edilmesi çok zor bir aralık olduğunu görürüz. Çünkü evrenin içindeki ısılar, en sıcak yıldızların içindeki milyarlarca derecelik korkunç sıcaklıklardan, "mutlak sıfır" noktası olan - 273.15°C'ye kadar değişebilmektedir. Bu dev ısı yelpazesi içinde karbon-temelli bir hayata izin veren ısı aralığı, çok dar bir aralıktır. Ama Dünya, işte tam bu ısı aralığına sahiptir. Amerikalı jeologlar Frank Press ve Raymond Siever de, Dünya yüzeyinin ısısındaki ince ayara dikkat çekerler. Belirttiklerine göre, "Yaşam sadece çok sınırlı bir ısı aralığında mümkündür ve bu ısı aralığı Güneş'in ısısı ile mutlak sıfır arasındaki muhtemel ısıların yaklaşık % 1'lik bir bölümünü oluşturmaktadır. Dünya'nın ısısı ise tam bu dar aralıktadır." (F. Press, R. Siever, Earth, New York: W. H. Freeman, 1986, s. 4) Bu ısı aralığının korunması, elbette Güneş ile Dünya arasındaki mesafe kadar, Güneş'in yaydığı ısı enerjisi ile de yakından ilişkilidir. Hesaplara göre Dünya'ya ulaşan Güneş enerjisindeki %10'luk bir azalma yeryüzünün metrelerce kalınlıkta bir buzul tabakası ile örtülmesiyle sonuçlanacaktır. Enerjinin biraz artması halinde ise tüm canlılar kavrularak öleceklerdir. Bu arada Dünya'nın atmosferinde ısıyı sürekli dengeleyen birtakım otomatik sistemler de var edilmiştir. Örneğin bir bölge çok fazla ısındığında su buharlaşması artar ve bulutlar çoğalır. Bu bulutlar ise Güneş'ten gelen ışınların bir kısmını geri yansıtarak aşağıdaki havanın ve yüzeyin daha fazla ısınmasını engeller. Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığı, kendi etrafındaki dönüş hızı, ekseninin eğimi, yeryüzü şekilleri gibi birbirinden bağımsız pek çok etken, gezegenin yaşama uygun bir biçimde ısınmasını ve ısının gezegene dengeli bir biçimde yayılmasını sağlar.
Güneş Işığının Dalga Boyu, Fotosentezi Mümkün Kılar
Yüksek teknoloji ile donatılmış, uzman kişilerin faaliyet sürdürdüğü hiçbir laboratuvarın henüz başaramadığı bir işlemi bitkiler, yüz milyonlarca yıldır gerçekleştirirler. Güneş ışığını kullanarak "fotosentez" yapar ve besin üretirler. Ancak bu olağanüstü işlemin çok önemli bir şartı, bitkilere ulaşan ışığın fotosentez yapmaya uygun bir ışık olmasıdır. Bitkilerin fotosentez yapmalarını sağlayan, hücrelerindeki klorofil moleküllerinin ışık enerjisine karşı duyarlı olmalarıdır. Ancak klorofil, sadece çok belirli bir dalga boyundaki ışınları kullanabilir. Güneş ise, tam da bu ışınları yaymaktadır. İşin en önemli yanı, fotosentez için kullanılabilen bu belirli dalga boyunun, ışığın 1025 farklı dalga boyundan sadece birisine karşılık gelmesidir. Güneş'in yaydığı ışık ile fotosentez için gerekli olan ışığın birbiriyle yaklaşık olarak aynı olması, ışıktaki muazzam yaratılışı göstermektedir. Amerikalı astronom George Greenstein, "The Symbiotic Universe" (Simbiyotik Evren) adlı kitabında bu konuyla ilgili şunları yazmaktadır: “Fotosentezi gerçekleştiren molekül, klorofildir... Fotosentez mekanizması, bir klorofil molekülünün Güneş ışığını absorbe etmesiyle başlar. Ama bunun gerçekleşebilmesi için, ışığın doğru renkte olması gerekir. Yanlış renkteki ışık, işe yaramayacaktır.” Bu konuda örnek olarak televizyonu verebiliriz. Bir televizyonun, bir kanalın yayınını yakalayabilmesi için, doğru frekansa ayarlanmış olması gerekir. Kanalı başka bir frekansa ayarlayın, görüntü elde edemezsiniz. Aynı şey fotosentez için de geçerlidir. Güneş'i televizyon yayını yapan istasyon olarak kabul ederseniz, klorofil molekülünü de televizyona benzetebilirsiniz. Eğer bu molekül ve Güneş birbirlerine uyumlu olarak ayarlanmış olmasalar, fotosentez oluşmaz. Ve Güneş'e baktığımızda, ışınlarının renginin tam olması gerektiği gibi olduğunu görürüz. (George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 96) Görüldüğü gibi herhangi bir bitkinin fotosentez yapabilmesi, sadece ve sadece çok belirli bir ışık aralığında mümkündür. Bu aralık ise tam olarak Güneş'in yaydığı ışığa karşılık gelmektedir. Güneş'in 1025'te 1 ihtimalle bizim için gerekli olan ışığı vermesi ve yeryüzünde bu ışığı kullanacak kompleks moleküllerin bulunması, elbette söz konusu uyumun Cenab-ı Allah tarafından düzenlendiğini göstermektedir. Allah bize bütün bu uyumun bir sebebi olduğunu ve her birinin yaratılışa delil olduğunu Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirmektedir: "Gerçekten, gece ile gündüzün ardarda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır."(Yunus Suresi, 6)
Güneş Işığının Görme İşlemine Etkisi
Biyolojik olarak gerçekleşen 'görme' işlemi için uygun olan yegane ışınlar, "görülebilir ışık" olarak tanımladığımız belli bir dalga boyudur. Güneş'in yaydığı ışığın büyük bölümü, bu dalga boyuna karşılık gelir. Görme işleminin gerçekleşmesi için en temel şart, retinadaki hücrenin fotonu (cisimden gelerek göze giren ışık demetleri) algılamasıdır. İşte bunun gerçekleşmesi için, bu fotonun görülür ışık sınırları içinde kalması şarttır. Daha farklı bir dalga boyundaki fotonlar, hücreler için ya çok zayıf ya da çok güçlü kalırlar ve gereken reaksiyonu başlatamazlar. Gözün boyutlarının küçük veya büyük olması bir şey değiştirmez. Önemli olan, hücrenin algıladığı dalga boyu ile, fotonun dalga boyu arasındaki uyumdur. Prof. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) adlı kitabında bu konuyu detaylı olarak inceler ve organik bir gözün ancak "görülebilir ışık" sınırları içinde görebileceğini açıklar. Teorik olarak oluşturulabilecek başka hiçbir göz modelinin, farklı dalga boylarını görebilmesi mümkün değildir. Prof. Denton, bu konuda şunları söylemektedir: "Ultraviyole, X ve gama ışınları çok fazla enerji taşırlar ve yüksek derecede tahrip edicidirler. Uzak kızılötesi ve mikrodalga ışınları da yaşam için zararlıdır. Yakın kızılötesi ve radyo dalgaları ise çok zayıf enerjiye sahip oldukları için tespit edilemezler. Pek çok nedenden dolayı, elektromanyetik yelpazenin görülebilir bölgesi, biyolojik görme yeteneği için uygun olan yegane bölgedir. Özellikle de insan gözüne benzer yüksek çözünürlü kamera tipi omurgalı gözleri için, bu ışık aralığından başka uygun bir dalga boyu yoktur." Tüm bunları birarada düşündüğümüzde, şu sonuca varırız: Güneş öyle ince ayarlanmış bir aralıkta ışık yaymaktadır ki, muhtemel ışık türlerinin sadece 1025'te 1'ini oluşturan bu aralık, hem Dünya'nın ısınması, hem kompleks canlıların biyolojik işlevlerinin desteklenmesi, hem bitkilerin fotosentez yapması, hem de Dünya üzerindeki canlıların görme yeteneğine sahip olması için en ideal aralıktır. Elbette tüm bu hassas dengeleri yaratan, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Hakimi olan Cenab-ı Allah'tır. Allah'ın yarattığı her detay yaşamın her aşamasında karşımıza bir mucizeler zinciri olarak çıkmakta ve bize, Kendisi'nin sonsuz kudretini göstermektedir. Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratma ilmi şu şekilde haber verilmiştir: “Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır... Ve güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.” (İbrahim Suresi, 32-34)
Yıldızların Görevi
Yıldızların uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar, Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde yaratılmış olan bu mesafeler;
Biraz daha az olsaydı, yıldızlar arası kütle çekim güçleri gezegenlerin yörüngelerini kararsız hale getirecekti. Bu kararsızlık ise gezegenlerde çok uç sıcaklık değişimlerine yol açacaktı.
Biraz daha fazla olsaydı, süpernovalarla uzaya fırlatılan ağır elementlerin dağılımı çok seyrek olacak ve Dünya gibi dağlık gezegenler oluşamayacaktı. Yıldızlar arasındaki şu an var olan boşluklar bizimki gibi bir gezegen sisteminin var olabilmesi için en ideal mesafeye sahiptir. Ünlü biyokimya profesörü Michael Denton, "Nature's Destiny" (Doğanın Kaderi) adlı kitabında yıldızlar arasındaki mesafelerin önemini şöyle yazar: “Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.” Açıktır ki; yıldızlar arasındaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur. Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, insanın yaşamı için tam olması gereken ölçülerdedir. Dev boşluklar, rastgele ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar. Sonsuz hikmet sahibi olan Allah, Kuran-ı Kerim'de, göklerin ve yerin bir amaçla yaratıldığını pek çok ayetiyle haber vermiştir: “Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran.” (Hicr Suresi, 85)
Ay’ın Dünya Üzerindeki Etkileri
Dünya'nın uydusu Ay, büyük hacmi sayesinde yeryüzünün dönme merkezini sabitleyerek, yaşam için elverişli iklim koşullarının korunmasını sağlar. Dünya'nın çekirdeğindeki sıvı halin korunmasında da Ay'ın çekim gücü etkilidir. Bu durum, Dünyanın manyetik alanını sabit tutar. Bu manyetik alan sayesinde, yeryüzü kozmik radyasyondan direkt olarak etkilenmez. Ayrıca Ay, okyanusları kendisine doğru çekerek Dünya'nın dönüş hızını yavaşlatır. Bununla birlikte, Ay her yüzyıl, günleri saniyenin binde 1,1'i kadar süre uzatmaya devam etmektedir. Ay Olmasaydı;
Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüş süresi 10 saat olacak, günler kısalacaktı.
Dünya, iklim koşullarından ötürü şiddetli fırtınaların ve kasırgaların hiç kesilmediği bir gezegen olurdu.
Atmosfer bugünkü gibi olmazdı. Daha kalın bir atmosfere sahip olurduk.
Gel-git olayları %70 oranında azalırdı. Ay ışığında etkinliğini sürdüren canlılar gelişmezdi. Bilindiği gibi, bazı canlı türleri üreme için Ay'ın evrelerini izlemektedirler.
Mevsimler olmazdı.
Gel-gitler olamayacağı için Dünya'da yaşam oluşmazdı. Dünya sadece Güneş'in varlığı ile oluşan mevsimler, rüzgarlar ve yağmurların var olduğu boş bir gezegen olurdu.Bütün bunlar, Yüce Allah'ın, Ay'ı insan yaşamına elverişli koşulların yeryüzünde var olması için özel olarak yarattığını göstermektedir. Bunun yanı sıra Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegen yörüngeleri elips iken, Ay'ın Dünya çevresindeki yörüngesinin mükemmele yakın bir daire olması, Dünya'nın dönüşü ile tam olarak aynı şekilde kendi etrafında dönmesi (ki bu yüzden Ay'ın hep bir yüzünü görürüz) gibi detaylar da Ay'ın özel yaratılışına işaret etmektedir. Yüce Allah, Güneş'i de Ay'ı da insanların hizmetine verdiğini ve bunların her birinin Rabbimiz'in nimetlerinden olduğunu Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirmiştir: “...Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi.” (Nahl Suresi, 12)
Bir Kuran-ı Kerim Mucizesi: Güneş, Ay ve Yıldızların Yapılarındaki Farklılık
Sizin üstünüze sapasağlam yedi-gök bina ettik. Parıldadıkça parıldayan bir kandil (Güneş) kıldık. (Nebe Suresi, 12-13) Bilindiği gibi Güneş, Güneş Sistemi'ndeki tek ışık kaynağıdır. Teknolojik imkanların gelişmesiyle birlikte, astronomlar Ay'ın bir ışık kaynağı olmadığını, sadece Güneş'ten gelen ışığı yansıttığını keşfetmişlerdir. Yukarıdaki ayette geçen "kandil" ifadesi de, Arapçada ısı ve ışık kaynağı olan Güneş'i en mükemmel şekilde tarif eden "sirac" kelimesidir. Allah Kuran-ı Kerim'de Ay, Güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerinden bahsederken farklı kelimeler kullanmaktadır. Bunlardan Güneş ve Ay'ın yapıları arasındaki farklılık, Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirilmiştir: Ve Ay'ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş'i de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır. (Nuh Suresi, 16) Yukarıdaki ayette Ay için ışık (Arapça "nur"), Güneş için kandil (Arapça "sirac") kelimeleri kullanılmıştır. Bu kelimelerden Ay için kullanılan, ışığı yansıtan, parlak, hareketsiz bir kitleyi ifade eder. Güneş için kullanılan kelime ise, sürekli yanma halinde olan, ısı ve ışık kaynağı, gökteki bir oluşum anlamına gelmektedir. Diğer taraftan "yıldız" kelimesi Arapçada "beliren, ortaya çıkan, görünen" anlamlarına gelen "neceme" kökünden türemiştir. Ayrıca yıldız aşağıdaki ayetteki gibi, ışığıyla karanlıkları delen, parıldayan, kendi kendini tüketen ve yanan anlamlarına işaret eden "sakib" kelimesiyle de nitelendirilmiştir: (Karanlığı) Delen yıldızdır. (Tarık Suresi, 3) Günümüzde Ay'ın kendi ışığını yaymadığı, Güneş'ten gelen ışığı yansıttığı bilinmektedir. Güneş ve yıldızların ise kendi ışıklarını yaydıklarını biliyoruz. Kuran-ı Kerim'de bu gerçekler insanların gök cisimleri ile ilgili bilgilerinin çok kısıtlı olduğu bir dönemde yani bundan 14 asır evvel bildirilmiştir. Dev bir nükleer reaktör olan Güneş'in içindeki reaksiyonlarda büyük bir enerji açığa çıkmasıdır. İnsan hayatının devamı için temel kaynak olan Güneş'te meydana gelen reaksiyonlarda oluşabilecek en ufak bir sapma, Güneş'in sönmesine ya da birkaç saniye içinde havaya uçmasına neden olacaktır. Ancak böyle bir tehlikenin meydana gelmemesi Güneş'teki bu işlemlerin mucizevi bir hassasiyetle yaratılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 33-34) Dünya ve Güneş, aralarındaki uzaklık, yörüngeleri, eğimleri, yaydıkları ışık, enerji kısacası her türlü detayla birlikte Allah tarafından insanların yaşamasına en uygun olacak şekilde yaratılmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder