10 Nisan 2009 Cuma
Yaşam Dergisi 8(Allah'ın İsimleri: El Hakim)
Hikmet sahibi, sağlam, muhkem olan O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24) İnsanın çevresinde gördüğü herşey Rabbimiz’in üstün yaratışının apaçık delillerini taşır. Evrende belli bir yöne doğru ilerlemekte olan galaksiler, Güneş'in etrafında belirli bir yörüngede dönüp duran Dünya, canlıların bedenlerindeki -henüz yüzyılımızda keşfedilen- sistemler ve gözle görülemeyen mikro alemde yaşayan canlıların özellikleri... Kuşkusuz bilimsel alandaki gelişmelerle insanların bilgisi arttıkça, en küçükten en büyüğe kadar evrendeki her detayın ne kadar ince hesaplarla yaratılmış olduğu daha da netlik kazanmaktadır. Bugün ulaşılabilen bilgi seviyesi ile şu gerçek ortaya çıkmıştır: Kainatın Rabbimiz tarafından yoktan var edildiği ilk andan bu yana oluşan tüm olaylar belirli bir plan içinde gelişmiştir. Öyle ki bu planın sonucunda üzerindeki tüm canlılarla birlikte Dünya oluşmuştur. Ve akıl sahibi bir varlık olan insan, yeryüzündeki yerini almıştır. Elbette bu durumda insana düşen, kendi varlığı için en uygun koşulların bir düzen içinde oluşturulduğunu fark edebilmek, kainatın yaratılış aşamalarındaki hikmetleri kavrayabilmektir. İnsan kendisine verilen bunca nimet karşısında unutmamalıdır ki, herşeyin belli bir yaratılış amacı ve hikmeti vardır. Kendisinin rahatlıkla yaşayabildiği bir gezegen yaratılmıştır. Sadece bu konu üzerinde düşünmek bile Cenab-ı Allah'ın herşeyi sonsuz bir hikmetle yarattığını görmek için yeterlidir. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır: "Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32) "Ve şüphesiz senin Rabbin, O, onları haşredecektir. Gerçekten O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." (Hicr Suresi, 25)
Yaşam Dergisi 8(Allah'ın İsimleri: El Hamid)
Ancak Kendisi’ne şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane övülen Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip- ilettiğini görüyorlar. (Sebe Suresi, 6) Kainatta yaşayan tüm bitkiler ve hayvanlar, Allah'ın yeryüzünde kendilerini yerleştirdiği şekilde yaşarlar. Böylelikle Cenab-ı Allah'ı tesbih edip O'nu yüceltirler. Denizin dibinde yaşayan bir balık da, çölde yetişen bir kaktüs de büyük bir teslimiyetle yaşamını sürdürür. Cenab-ı Allah'ın kendileri için takdir ettiği şekilde yaşamaları, O'nun kurduğu düzeni asla bozmamaları tüm canlıların Allah'ı tesbih ettiklerini gösterir. Gökyüzündeki ve yeryüzündeki her şey, tonlarca suyun biraraya getirilmesiyle oluşan denizler, binlerce metreye uzanan dağlar ve gökyüzünde sürüklenen bulutlar, ardı ardına çakan şimşek ve gökgürültüsü de Cenab-ı Allah'ı tesbih edip yüceltirler. O'nun sonsuz ilmini ve gücünü insanlara gösterirler. Fakat iman etmeyenler onların bu tesbihlerini kavrayamazlar. Cenab-ı Allah bu gerçeği İsra Suresi'nin 44. ayetinde şu şekilde insanlara bildirir: Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44) İman edenler de Cenab-ı Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü kavrayarak Rabbimizi tesbih eder, kendilerine lütfettiği nimetler için Allah'a şükrederler. Çünkü verilen her türlü nimet karşılığında onlardan istenen yalnızca şükredici, hamd edici birer kul olmalarıdır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır: Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Andolsun, Biz sizden önce kitap verilenlere ve sizlere: "Allah'tan korkup-sakının" diye tavsiye ettik. Eğer inkara saparsanız, şüphesiz, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hamde layık olandır. (Nisa Suresi, 131) Musa demişti ki: "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." (İbrahim Suresi, 8)
Yaşam Dergisi 8(Allah'ın Varlığı)
Çevremizdeki canlı cansız tüm varlıklar, bizim Allah'ın üstün yaratma gücünü, sanatını, ilmini derin derin tefekkür etmemiz için yaratılmışlardır. Bunları önemsemeden geçmek ve düşünmemek, (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek anlamına gelir ki, iman edenlerin böyle bir tavırdan şiddetle kaçınmaları gerekir. Müslümanlara düşen; Allah'ın varlığını inkar edilemez şekilde gözler önüne seren yaratılış delilleri üzerinde düşünmek ve bunları Allah'a yakınlaşmak için birer vesile olarak görmektir.
Allah’ın Varlığı Hiçbir Şekilde İnkar Edilemez
Uzun bir tatilden döndüğünde evinin, çok düzenli ve mükemmel bir şekilde yeni eşyalarla döşendiğini, üstelik her türlü ayrıntının düşünüldüğünü gören bir insan, bu manzara karşısında çok şaşıracak ve etkilenecektir. Sonra da kendisine bu sürprizi hazırlayan kişinin kim olduğunu merak edecektir. Elbetteki böyle olağanüstü bir sürpriz karşısında kayıtsız kalmak mümkün değildir. Örneğin, "nasıl olmuşsa olmuş, bu beni ilgilendirmez" diyemez. Herşeyin kendiliğinden ya da tesadüfen oluştuğunu, eşyaların kendiliğinden eve geldiğini ve düzenli bir şekilde yerleştiklerini düşünemez. Çünkü bunların hepsi belli bir akıl, bilinç ve güç gerektirmektedir. Dolayısıyla, herşeyi düşünmüş ve bilinçli olarak düzenlemiş birinin var olduğu son derece açıktır. Yukarıda verdiğimiz örnekteki durum aynı şekilde tüm evren, dünyamız ve canlı cansız tüm varlıklar için de geçerlidir. Evrende, insan vücudundan gökyüzüne, hayvanlardan denizlerin derinliklerine kadar tüm varlıklarda ve olaylarda, son derece kompleks sistemler ve hassas dengeler vardır. Düşünen ve aklını kullanabilen herkes bu kompleks sistemlerin ve hassas dengelerin, üstün bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını görecektir.
Kainat Allah'ın Varlığını İnkar Edilemez Şekilde Gözler Önüne Seren Yaratılış Delilleriyle Çevrilidir
Dikkatlice bakan insan, etrafında gördüğü herşeyde, kendisine Allah'ı tanıtacak delillerle karşılaşır. Örneğin, çamurlu topraktan çıkan rengarenk, hoş kokulu çiçekler, lezzetli sebze ve meyveler, bu güzelliklerin algılanmasını sağlayan duyu organları, içinde birçok kompleks sistemin mükemmel ve uyumlu bir biçimde çalıştığı insan vücudu, Dünyamızı aydınlatan, ısıtan ve bunun için bize en uygun mesafede ve büyüklükte yaratılmış olan Güneş, kupkuru toprağı canlandıran yağmur, evrenin tümünü kapsayan ve burada hepsini sayamayacağımız deliller... Yeryüzü, Allah'ın üstün kudretini, ve ilmini gözler önüne seren bu gibi delillerle doludur. Kuran-ı Kerim ayetlerinde, bu delillerin görülüp anlaşılabilmesi için iki önemli yol bildirilmektedir. Düşünmek ve bilgi sahibi olmak...
Allah'ın Yarattıkları Üzerinde Düşünmenin Önemi
Tefekkürde derinleşebilmek için, Allah'ın yaratmasının delilleri üzerinde sürekli düşünmek önemlidir. Çünkü Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de insanları sürekli olarak göklerdeki, yerdeki ve ikisinin arasındaki yaratılış delillerini, yani iman hakikatlerini düşünmeye davet eder: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Bilgi Sahibi Olmanın Önemi
Cenab-ı Allah'ın bizlere sunduğu delilleri derinlemesine kavramak için gereken ikinci özellik ise, bilgi sahibi olmaktır. Ancak burada önemli bir nokta vardır. Bir konuyu yaratılış delili olarak görmek için mutlaka o konunun en çarpıcı yönlerini bilip, tüm detayları hakkında geniş bilgiye sahip olmak gerekmez. Akıl sahibi her insan, etrafına baktığında bir olağanüstülük olduğunu ve herşeyin bir Yaratıcısının olduğunu hemen anlar. Bir böcek, örneğin bir yusufçuk görünce onu bir Yaratanın olduğunu bilir. Bunun Allah'ın yaratmasının delillerinden olduğunu anlamak için canlının sadece varlığı yeterlidir. Bu canlı hakkında öğrenilecek detaylı bilgiler üzerinde düşünmek ise, Allah'a olan imanı ve şevki arttıran birer vesiledir. Günümüzde tıp, biyoloji, astronomi gibi bilim dalları sayesinde Cenab-ı Allah'ın yaratışındaki mucizeler ve güzellikler daha net ve ayrıntılı biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu bilgileri öğrenip, Allah'ın yarattığı hikmetler ve güzellikler olarak değerlendiren insanların, Allah'ın sonsuz kudretine olan hayranlıkları katlanarak artmaktadır. Kuşkusuz son derece kısıtlı bilgiye sahip bir küçük çocuk da, senelerce eğitim görmüş çok bilgili bir profesör de, vicdan ve samimiyetle yaklaştığında Allah'ın ayetlerini rahatlıkla görüp tanır. Ancak insanın çevresinde görmediği varlıkları tefekkür edebilmesi için elbetteki kapsamlı bir bilgiye ihtiyacı vardır. Veya çevresinde gördüğü bir şey de olsa, onu daha derinlemesine tefekkür edebilmesi için yine onun detaylarını öğrenmesi gerekir. Aksi takdirde yaptığı tefekkür, belirli bir sınırda kalacak, hatta kimi zaman yüzeysel olacaktır. Örneğin uzaydaki sistemler hakkında hiçbir bilgisi olmadan göğe bakıp tefekkür eden bir insan ile astronomi bilgisi kuvvetli olan bir insanın tefekkürü muhakkak ki birbirinden farklı olacaktır. Ya da insan vücudu, fizyolojisi ve anatomisi hakkında geniş bilgi sahibi olan bir kimsenin, insanın yaratılışındaki incelikleri, mucizeleri ve harikaları fark etmesi, bu konuda bilgisi olmayan bir kimseye göre daha derin ve yoğun olacaktır. Nitekim Allah, bilgi sahiplerinin akletme ve kavrama bakımından bilmeyenlerden üstün olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir: İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. (Ankebut Suresi, 43) Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, yalnızca "bilgi", onu yorumlayacak akıl, vicdan ve basiret olmadıktan sonra insanı doğruya götürmez. Samimi ve vicdanlı bir insanın sahip olduğu detaylı bilgiler ise, onun Cenab-ı Allah'ı daha iyi tanıması ve O'na yakınlaşması için önemlidir. İşte bu nedenle bugün bilim ve teknolojideki ilerlemelerin de Allah'ın yaratmasındaki ilmi, hikmeti, sanatı ve inceliği daha yakından görüp tanımada büyük faydası olmaktadır.
Allah'ın Varlığını Gözler Önüne Seren Yaratılış Delillerinden Örnekler
Sudaki Muazzam Yaratılış
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı
onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 10-11) Su, Dünya'nın dört bir yanını kaplayan, hemen her zaman kolayca ulaşabildiğimiz bir nimettir. Ancak bazı insanlar, hayatları boyunca her gün içtikleri su hakkında belki de bir kez bile düşünmemişlerdir. Suyun varlığını ve bizim ihtiyaçlarımıza uygun özelliklerde olmasını, çok doğal, sıradan, üzerinde düşünmeyi gerektirmeyen bir durum olarak görmüşlerdir. Oysa ayetlerde de bildirildiği gibi eğer Allah dileseydi, suyun fiziksel ve kimyasal özellikleri daha farklı olurdu. Ya da Dünya'nın atmosfer yapısı veya ısısı daha farklı olabilirdi. O zaman "bulut" diye bir şey olmazdı ve bulut olmadığı zaman da yeryüzünde tatlı su kaynakları var olmazdı. Bize sadece denizlerin tuzlu suyu kalırdı ki, böyle bir dünyada insanlık ya hiç yaşam süremez veya çok zor koşullar altında, daimi bir su krizi içinde yaşardı. Tatlı su olmadığı için tarım da yapılamaz, tüm dünya çölleşir ve dolayısıyla kıtlık baş gösterirdi. Oysa Allah bize tatlı su kaynakları vermiş, hem de bunları dünyanın hemen her bölgesine ulaştırmıştır. Bu gerçek karşısında elbette Allah'a şükretmemiz gerekir. Ancak görüldüğü gibi, bu şükrü samimi olarak hissedip yapabilmek için, öncelikle suyun başlı başına bir nimet olduğunun farkına varmak gerekmektedir ki, bu da "düşünmeye" bağlıdır. İnsanların bir kısmı suyun varlığına o kadar alışıktırlar ki, yeryüzünün büyük bölümünün sularla kaplı olmasının önemini belki de hiç düşünmezler. Ancak bilinen bütün gökcisimlerinin içinde yalnızca Dünya'da suyun bulunuyor olması, üstelik de bu suların içilebilir nitelikte olması Rabbimiz'in üzerimizdeki rahmetinin delillerinden yalnızca biridir.
Kanın Tam Zamanında ve Gerektiği Oranda Pıhtılaşması
Kuşkusuz su için verdiğimiz bu örnek, çevremizdeki tüm varlıklar ve olaylar için de geçerlidir. Hepsi bize Cenab-ı Allah'tan bir nimettir, ama bunu görebilmek için öncelikle düşünmek, "daha farklı olsaydı ne olurdu" diye bakıp kıyas yapmak, Allah'ın herşey üzerinde ne kadar hassas ölçüler yarattığını kavramak gerekmektedir. Allah'ın bizlere sunduğu delilleri düşünürken kullanılabilecek yöntemlerden biri, çevremizdeki varlıklar ve olaylar üzerinde kıyas ve sorgulama yapmaktır. Örneğin bir yeriniz kesildiğinde ya da eski bir yaranız kanadığında, zaman içinde kanamanın duracağını bilirsiniz. Kanayan yerde bir pıhtı oluşacak, bu pıhtı zamanla sertleşecek ve yara iyileşecektir. Bu olağan bir süreç olarak görülebilir. Oysa biraz daha düşünecek olursanız pıhtılaşma olayının hiç de sanıldığı gibi sıradan olmadığını anlarsınız. Eğer bir kanama söz konusu ise, canlının kan kaybından ölmemesi için pıhtının hemen meydana gelmesi gerekir. Ayrıca, pıhtının yaranın üzerinde boylu boyunca oluşması ve en önemlisi de sadece yaranın üzerinde kalması gereklidir. Yoksa canlının tüm kanı pıhtılaşarak sertleşecek ve onu öldürecektir. Bu nedenle kanın pıhtılaşması sıkı bir denetim altında tutulmalı ve pıhtı doğru zamanda doğru yerde oluşmalıdır. Eğer bu mükemmel işleyen sistemde en ufak bir aksaklık olsaydı ne olurdu? Mesela yara olmadığı halde kanda pıhtılaşma olsaydı? Ya da yaranın etrafında oluşan pıhtı, yerinden rahatlıkla ayrılsaydı? Bu soruların tek bir cevabı vardır: Böyle bir durumda kalp, akciğer veya beyin gibi hayati organlara giden yollar pıhtı tıkaçlarıyla tıkanırdı. Bu durumda ölüm kaçınılmaz olurdu. Ancak hastalık durumları dışında böyle bir şey olmaz ve her insan sağlıklı bir biçimde yaşamını sürdürür. Bu gerçek bizlere göstermelidir ki, insan vücudu kusursuzca yaratılmıştır. Her detayı ayrı bir plan ve hesap ürünü olan bu sistem, yaratılışın mükemmelliğini gözler önüne sermektedir. Bizi yaratıp bu dünyaya yerleştirmiş olan Allah, hayatımız boyunca karşılaşacağımız küçük, büyük her türlü yaralanmaya karşı, bedenimizi mükemmel bir sistemle birlikte yaratmıştır.
Ağaçlardaki Hidroforlar
Günümüz teknolojisi ile kıyaslandığında bizi şaşırtan bir örnek de ağaçların su taşıma sistemleridir. Hemen herkes suyu yerden yükseklere çıkarabilmek için bir motor kullanılması gerektiğini bilir. Örneğin şehir suyunu binaların en üst katlarına çıkarmak için hidroforlar kullanılır. Ağaçlar da topraktan aldıkları suyu en tepedeki yapraklarına kadar ulaştırmak zorundadırlar. Ama onlar bu iş için hidrofor ya da başka bir motor kullanmazlar. Peki boyları kimi zaman Sekoyalarda olduğu gibi 120 m’yi bulan ağaçlar bu kadar yükseğe suyu nasıl çıkarabilmektedirler? Bu işlemin nasıl gerçekleştiğine dair bilim adamları sadece çeşitli teoriler öne sürmüşlerdir. Bu teorilerin ortaya attığı mekanizmalardan deneylerle ispatlanabilenler, belli bir oranda geçerli sayılmaktadırlar. Bilim adamlarının tüm bu uğraşıları neticesinde varılan sonuç ağaçların sahip olduğu hidrofor sistemindeki kusursuzluktur. Ağaçların gövdesindeki bu benzersiz su pompalama sistemi, Rabbimiz'in yaratılış ilmini bize gösteren delillerden sadece bir tanesidir. Ağaçlardaki su taşıma sistemini de evrendeki her şey gibi Allah yaratmıştır.
Allah'ın Varlığı ve Yaratılış Delilleri Üzerinde Düşünmek Müminler İçin Bir İbadettir
Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de yaratılış delilleri üzerinde düşünmeyi emretmektedir. Bu nedenle tüm evreni kapsayan yaratılış delilleri üzerinde düşünmek, müminler için sürekli bir ibadet niteliğindedir. Müminler yaratılış delilleri vesilesiyle Allah'ın sıfatlarını ve bu sıfatların üstünlüğünü daha iyi kavrayıp, O'na daha fazla yakınlaşmaya çalışırlar. Derin tefekkürleri sayesinde Allah'ın ilim ve kudretinin sınırsızlığını gördüklerinden, Allah'a karşı duydukları korku kat kat artar. Dünyada her an Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmanın arzusu ve özlemiyle yaşarlar. Cehennemden korkup-sakınan ve cenneti arzulayanlar, Rabbimiz'in rızasını, dostluğunu ve sevgisini kazanmaya çalışmalıdırlar. Bunun için de yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür ederek, Allah'ın üstün sıfatları hakkında daha fazla ilim ve kavrayış sahibi olmalıdırlar. Öğrenmek ve tefekkür etmenin yanı sıra, yaratılış delillerini anlatmak da insanların imanlarına vesile olmak açısından oldukça önemlidir. Unutmamamız gerekiyor ki yaratılış delillerini anlatarak insanları düşünmeye davet etmek, tüm iman edenlerin üzerine düşen önemli bir sorumluluktur. Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9) “Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, haberdar olandır.” (En'am Suresi, 103) ayetinde bildirildiği gibi, insan Cenab-ı Allah'ın Zatı'nı göremez. Ancak insan Allah'ın varlığını, O'nun üstün ilminin tecellisi olarak yarattığı varlıklar vesilesiyle fark eder. Akıl ve vicdan sahibi her insan kendi vücudunda, çevresinde hatta bütün evrende olan hiçbir şeyin tesadüflerin eseri olamayacağını bilir ve bunların Allah'ın varlığını kanıtlayan birer delil olduğunu anlar.
Allah’ın Varlığı Hiçbir Şekilde İnkar Edilemez
Uzun bir tatilden döndüğünde evinin, çok düzenli ve mükemmel bir şekilde yeni eşyalarla döşendiğini, üstelik her türlü ayrıntının düşünüldüğünü gören bir insan, bu manzara karşısında çok şaşıracak ve etkilenecektir. Sonra da kendisine bu sürprizi hazırlayan kişinin kim olduğunu merak edecektir. Elbetteki böyle olağanüstü bir sürpriz karşısında kayıtsız kalmak mümkün değildir. Örneğin, "nasıl olmuşsa olmuş, bu beni ilgilendirmez" diyemez. Herşeyin kendiliğinden ya da tesadüfen oluştuğunu, eşyaların kendiliğinden eve geldiğini ve düzenli bir şekilde yerleştiklerini düşünemez. Çünkü bunların hepsi belli bir akıl, bilinç ve güç gerektirmektedir. Dolayısıyla, herşeyi düşünmüş ve bilinçli olarak düzenlemiş birinin var olduğu son derece açıktır. Yukarıda verdiğimiz örnekteki durum aynı şekilde tüm evren, dünyamız ve canlı cansız tüm varlıklar için de geçerlidir. Evrende, insan vücudundan gökyüzüne, hayvanlardan denizlerin derinliklerine kadar tüm varlıklarda ve olaylarda, son derece kompleks sistemler ve hassas dengeler vardır. Düşünen ve aklını kullanabilen herkes bu kompleks sistemlerin ve hassas dengelerin, üstün bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını görecektir.
Kainat Allah'ın Varlığını İnkar Edilemez Şekilde Gözler Önüne Seren Yaratılış Delilleriyle Çevrilidir
Dikkatlice bakan insan, etrafında gördüğü herşeyde, kendisine Allah'ı tanıtacak delillerle karşılaşır. Örneğin, çamurlu topraktan çıkan rengarenk, hoş kokulu çiçekler, lezzetli sebze ve meyveler, bu güzelliklerin algılanmasını sağlayan duyu organları, içinde birçok kompleks sistemin mükemmel ve uyumlu bir biçimde çalıştığı insan vücudu, Dünyamızı aydınlatan, ısıtan ve bunun için bize en uygun mesafede ve büyüklükte yaratılmış olan Güneş, kupkuru toprağı canlandıran yağmur, evrenin tümünü kapsayan ve burada hepsini sayamayacağımız deliller... Yeryüzü, Allah'ın üstün kudretini, ve ilmini gözler önüne seren bu gibi delillerle doludur. Kuran-ı Kerim ayetlerinde, bu delillerin görülüp anlaşılabilmesi için iki önemli yol bildirilmektedir. Düşünmek ve bilgi sahibi olmak...
Allah'ın Yarattıkları Üzerinde Düşünmenin Önemi
Tefekkürde derinleşebilmek için, Allah'ın yaratmasının delilleri üzerinde sürekli düşünmek önemlidir. Çünkü Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de insanları sürekli olarak göklerdeki, yerdeki ve ikisinin arasındaki yaratılış delillerini, yani iman hakikatlerini düşünmeye davet eder: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Bilgi Sahibi Olmanın Önemi
Cenab-ı Allah'ın bizlere sunduğu delilleri derinlemesine kavramak için gereken ikinci özellik ise, bilgi sahibi olmaktır. Ancak burada önemli bir nokta vardır. Bir konuyu yaratılış delili olarak görmek için mutlaka o konunun en çarpıcı yönlerini bilip, tüm detayları hakkında geniş bilgiye sahip olmak gerekmez. Akıl sahibi her insan, etrafına baktığında bir olağanüstülük olduğunu ve herşeyin bir Yaratıcısının olduğunu hemen anlar. Bir böcek, örneğin bir yusufçuk görünce onu bir Yaratanın olduğunu bilir. Bunun Allah'ın yaratmasının delillerinden olduğunu anlamak için canlının sadece varlığı yeterlidir. Bu canlı hakkında öğrenilecek detaylı bilgiler üzerinde düşünmek ise, Allah'a olan imanı ve şevki arttıran birer vesiledir. Günümüzde tıp, biyoloji, astronomi gibi bilim dalları sayesinde Cenab-ı Allah'ın yaratışındaki mucizeler ve güzellikler daha net ve ayrıntılı biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu bilgileri öğrenip, Allah'ın yarattığı hikmetler ve güzellikler olarak değerlendiren insanların, Allah'ın sonsuz kudretine olan hayranlıkları katlanarak artmaktadır. Kuşkusuz son derece kısıtlı bilgiye sahip bir küçük çocuk da, senelerce eğitim görmüş çok bilgili bir profesör de, vicdan ve samimiyetle yaklaştığında Allah'ın ayetlerini rahatlıkla görüp tanır. Ancak insanın çevresinde görmediği varlıkları tefekkür edebilmesi için elbetteki kapsamlı bir bilgiye ihtiyacı vardır. Veya çevresinde gördüğü bir şey de olsa, onu daha derinlemesine tefekkür edebilmesi için yine onun detaylarını öğrenmesi gerekir. Aksi takdirde yaptığı tefekkür, belirli bir sınırda kalacak, hatta kimi zaman yüzeysel olacaktır. Örneğin uzaydaki sistemler hakkında hiçbir bilgisi olmadan göğe bakıp tefekkür eden bir insan ile astronomi bilgisi kuvvetli olan bir insanın tefekkürü muhakkak ki birbirinden farklı olacaktır. Ya da insan vücudu, fizyolojisi ve anatomisi hakkında geniş bilgi sahibi olan bir kimsenin, insanın yaratılışındaki incelikleri, mucizeleri ve harikaları fark etmesi, bu konuda bilgisi olmayan bir kimseye göre daha derin ve yoğun olacaktır. Nitekim Allah, bilgi sahiplerinin akletme ve kavrama bakımından bilmeyenlerden üstün olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir: İşte bu örnekler; Biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. (Ankebut Suresi, 43) Ancak şunu hatırlatmak gerekir ki, yalnızca "bilgi", onu yorumlayacak akıl, vicdan ve basiret olmadıktan sonra insanı doğruya götürmez. Samimi ve vicdanlı bir insanın sahip olduğu detaylı bilgiler ise, onun Cenab-ı Allah'ı daha iyi tanıması ve O'na yakınlaşması için önemlidir. İşte bu nedenle bugün bilim ve teknolojideki ilerlemelerin de Allah'ın yaratmasındaki ilmi, hikmeti, sanatı ve inceliği daha yakından görüp tanımada büyük faydası olmaktadır.
Allah'ın Varlığını Gözler Önüne Seren Yaratılış Delillerinden Örnekler
Sudaki Muazzam Yaratılış
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı
onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 10-11) Su, Dünya'nın dört bir yanını kaplayan, hemen her zaman kolayca ulaşabildiğimiz bir nimettir. Ancak bazı insanlar, hayatları boyunca her gün içtikleri su hakkında belki de bir kez bile düşünmemişlerdir. Suyun varlığını ve bizim ihtiyaçlarımıza uygun özelliklerde olmasını, çok doğal, sıradan, üzerinde düşünmeyi gerektirmeyen bir durum olarak görmüşlerdir. Oysa ayetlerde de bildirildiği gibi eğer Allah dileseydi, suyun fiziksel ve kimyasal özellikleri daha farklı olurdu. Ya da Dünya'nın atmosfer yapısı veya ısısı daha farklı olabilirdi. O zaman "bulut" diye bir şey olmazdı ve bulut olmadığı zaman da yeryüzünde tatlı su kaynakları var olmazdı. Bize sadece denizlerin tuzlu suyu kalırdı ki, böyle bir dünyada insanlık ya hiç yaşam süremez veya çok zor koşullar altında, daimi bir su krizi içinde yaşardı. Tatlı su olmadığı için tarım da yapılamaz, tüm dünya çölleşir ve dolayısıyla kıtlık baş gösterirdi. Oysa Allah bize tatlı su kaynakları vermiş, hem de bunları dünyanın hemen her bölgesine ulaştırmıştır. Bu gerçek karşısında elbette Allah'a şükretmemiz gerekir. Ancak görüldüğü gibi, bu şükrü samimi olarak hissedip yapabilmek için, öncelikle suyun başlı başına bir nimet olduğunun farkına varmak gerekmektedir ki, bu da "düşünmeye" bağlıdır. İnsanların bir kısmı suyun varlığına o kadar alışıktırlar ki, yeryüzünün büyük bölümünün sularla kaplı olmasının önemini belki de hiç düşünmezler. Ancak bilinen bütün gökcisimlerinin içinde yalnızca Dünya'da suyun bulunuyor olması, üstelik de bu suların içilebilir nitelikte olması Rabbimiz'in üzerimizdeki rahmetinin delillerinden yalnızca biridir.
Kanın Tam Zamanında ve Gerektiği Oranda Pıhtılaşması
Kuşkusuz su için verdiğimiz bu örnek, çevremizdeki tüm varlıklar ve olaylar için de geçerlidir. Hepsi bize Cenab-ı Allah'tan bir nimettir, ama bunu görebilmek için öncelikle düşünmek, "daha farklı olsaydı ne olurdu" diye bakıp kıyas yapmak, Allah'ın herşey üzerinde ne kadar hassas ölçüler yarattığını kavramak gerekmektedir. Allah'ın bizlere sunduğu delilleri düşünürken kullanılabilecek yöntemlerden biri, çevremizdeki varlıklar ve olaylar üzerinde kıyas ve sorgulama yapmaktır. Örneğin bir yeriniz kesildiğinde ya da eski bir yaranız kanadığında, zaman içinde kanamanın duracağını bilirsiniz. Kanayan yerde bir pıhtı oluşacak, bu pıhtı zamanla sertleşecek ve yara iyileşecektir. Bu olağan bir süreç olarak görülebilir. Oysa biraz daha düşünecek olursanız pıhtılaşma olayının hiç de sanıldığı gibi sıradan olmadığını anlarsınız. Eğer bir kanama söz konusu ise, canlının kan kaybından ölmemesi için pıhtının hemen meydana gelmesi gerekir. Ayrıca, pıhtının yaranın üzerinde boylu boyunca oluşması ve en önemlisi de sadece yaranın üzerinde kalması gereklidir. Yoksa canlının tüm kanı pıhtılaşarak sertleşecek ve onu öldürecektir. Bu nedenle kanın pıhtılaşması sıkı bir denetim altında tutulmalı ve pıhtı doğru zamanda doğru yerde oluşmalıdır. Eğer bu mükemmel işleyen sistemde en ufak bir aksaklık olsaydı ne olurdu? Mesela yara olmadığı halde kanda pıhtılaşma olsaydı? Ya da yaranın etrafında oluşan pıhtı, yerinden rahatlıkla ayrılsaydı? Bu soruların tek bir cevabı vardır: Böyle bir durumda kalp, akciğer veya beyin gibi hayati organlara giden yollar pıhtı tıkaçlarıyla tıkanırdı. Bu durumda ölüm kaçınılmaz olurdu. Ancak hastalık durumları dışında böyle bir şey olmaz ve her insan sağlıklı bir biçimde yaşamını sürdürür. Bu gerçek bizlere göstermelidir ki, insan vücudu kusursuzca yaratılmıştır. Her detayı ayrı bir plan ve hesap ürünü olan bu sistem, yaratılışın mükemmelliğini gözler önüne sermektedir. Bizi yaratıp bu dünyaya yerleştirmiş olan Allah, hayatımız boyunca karşılaşacağımız küçük, büyük her türlü yaralanmaya karşı, bedenimizi mükemmel bir sistemle birlikte yaratmıştır.
Ağaçlardaki Hidroforlar
Günümüz teknolojisi ile kıyaslandığında bizi şaşırtan bir örnek de ağaçların su taşıma sistemleridir. Hemen herkes suyu yerden yükseklere çıkarabilmek için bir motor kullanılması gerektiğini bilir. Örneğin şehir suyunu binaların en üst katlarına çıkarmak için hidroforlar kullanılır. Ağaçlar da topraktan aldıkları suyu en tepedeki yapraklarına kadar ulaştırmak zorundadırlar. Ama onlar bu iş için hidrofor ya da başka bir motor kullanmazlar. Peki boyları kimi zaman Sekoyalarda olduğu gibi 120 m’yi bulan ağaçlar bu kadar yükseğe suyu nasıl çıkarabilmektedirler? Bu işlemin nasıl gerçekleştiğine dair bilim adamları sadece çeşitli teoriler öne sürmüşlerdir. Bu teorilerin ortaya attığı mekanizmalardan deneylerle ispatlanabilenler, belli bir oranda geçerli sayılmaktadırlar. Bilim adamlarının tüm bu uğraşıları neticesinde varılan sonuç ağaçların sahip olduğu hidrofor sistemindeki kusursuzluktur. Ağaçların gövdesindeki bu benzersiz su pompalama sistemi, Rabbimiz'in yaratılış ilmini bize gösteren delillerden sadece bir tanesidir. Ağaçlardaki su taşıma sistemini de evrendeki her şey gibi Allah yaratmıştır.
Allah'ın Varlığı ve Yaratılış Delilleri Üzerinde Düşünmek Müminler İçin Bir İbadettir
Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de yaratılış delilleri üzerinde düşünmeyi emretmektedir. Bu nedenle tüm evreni kapsayan yaratılış delilleri üzerinde düşünmek, müminler için sürekli bir ibadet niteliğindedir. Müminler yaratılış delilleri vesilesiyle Allah'ın sıfatlarını ve bu sıfatların üstünlüğünü daha iyi kavrayıp, O'na daha fazla yakınlaşmaya çalışırlar. Derin tefekkürleri sayesinde Allah'ın ilim ve kudretinin sınırsızlığını gördüklerinden, Allah'a karşı duydukları korku kat kat artar. Dünyada her an Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine kavuşmanın arzusu ve özlemiyle yaşarlar. Cehennemden korkup-sakınan ve cenneti arzulayanlar, Rabbimiz'in rızasını, dostluğunu ve sevgisini kazanmaya çalışmalıdırlar. Bunun için de yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür ederek, Allah'ın üstün sıfatları hakkında daha fazla ilim ve kavrayış sahibi olmalıdırlar. Öğrenmek ve tefekkür etmenin yanı sıra, yaratılış delillerini anlatmak da insanların imanlarına vesile olmak açısından oldukça önemlidir. Unutmamamız gerekiyor ki yaratılış delillerini anlatarak insanları düşünmeye davet etmek, tüm iman edenlerin üzerine düşen önemli bir sorumluluktur. Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9) “Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, haberdar olandır.” (En'am Suresi, 103) ayetinde bildirildiği gibi, insan Cenab-ı Allah'ın Zatı'nı göremez. Ancak insan Allah'ın varlığını, O'nun üstün ilminin tecellisi olarak yarattığı varlıklar vesilesiyle fark eder. Akıl ve vicdan sahibi her insan kendi vücudunda, çevresinde hatta bütün evrende olan hiçbir şeyin tesadüflerin eseri olamayacağını bilir ve bunların Allah'ın varlığını kanıtlayan birer delil olduğunu anlar.
9 Nisan 2009 Perşembe
YAŞAM DERGİSİ 7(Ahirette Yaşanacak Olan Cennet ve Cehennem Hayatı)
Bazı insanlar, öldükten sonra hayatın son bulacağına ve yaşadıkları tüm hayatın dünyadan ibaret olduğuna inanırlar. Ölümle birlikte sonsuz olan ahiret hayatının başladığına inanmazlar. Oysa bu kişilerin zannettiklerinin aksine ölüm bir son değil, sonsuz hayata geçiş anıdır. Cenab-ı Allah dünyadaki herşeyi ve herkesi sonlu yaratmıştır ve dünyadaki herşey birgün ölmeye mahkumdur. Ancak ölümle birlikte muhteşem bir yaratılış, ebedi olan ahiret hayatı, cennet ve cehennem başlayacaktır. Cenab-ı Allah’a iman eden, emirlerine ve yasaklarına titizlikle uyarak O’nun yolunda bir yaşam süren müminler bu güzel ahlakları sonucu cennetle mükafatlandırılacak, Allah’a iman etmekten ve Rabbimiz’in bildirdiği din ahlakına uymaktan yüz çeviren (Cenab-ı Allah’ı tenzih ederiz) inkarcılar ise sonsuz azap dolu cehennem hayatıyla cezalandırılacaklardır.
Ahirette Yaşanacak Olan Cennet ve Cehennem Hayatı
Cenab-ı Allah, Kuran-ı Kerim’de ahiret hayatının varlığını bildirdiği gibi ahiret hayatı hakkında detaylı bilgiler de vermiştir. Rabbimiz, Kuran-ı Kerim’de;
Bu dünyanın geçici bir deneme yeri olduğunu, gerçek yaşamın ise ebedi olarak ahirette süreceğini;
İnsanların bu dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette göreceklerini;
Yapılan hiçbir iyilik ya da kötülüğün karşılıksız kalmayacağını;
Bu dünyada hak din ahlakının gerektirdiği gibi yaşayan, Allah'ın istediği, beğendiği gibi davrananların ahirette mükafatlandırılacaklarını;
Din ahlakının gereklerini yerine getirmeyenlerin ise sonsuz bir cehennem azabına maruz kalacaklarını bildirmiş ve kullarını bu azaba karşı uyarmıştır. Bu ay sizler için hazırladığımız kapak konumuzda hem samimi iman sahiplerini bekleyen cennet yurdunu, hem de içinde bulundukları gaflet sonucu iman etmeyen insanların yaşayacakları azap dolu cehennem hayatını Kuran-ı Kerim ayetleri ve Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri ışığında detaylı olarak ele aldık. "Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 32)
Ahirette Müminlere Sunulan Cennet Ortamı
Her insan hayatı boyunca birçok kez cennet kavramıyla karşılaşır, ancak Cenab-ı Allah'ın bize vaat ettiği cennetin eşsiz güzelliğini ve sonsuz nimetlerini hakkıyla kavrayamamış olabilir. Bu nedenle yazımızda, cennetteki eşsiz güzellikleri ve sonsuza kadar sürecek olan nimetleri tüm detayları ile aktarmaya çalışacağız. Zira hem "Orada diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var." (Kaf Suresi, 35) diye bildiren Kuran-ı Kerim ayetleri hem de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri, bizleri pek çok insanın daha önce hiç düşünmemiş olabileceği cennetteki bazı nimetlerden haberdar etmektedir. Cennetteki ihtişamın, sınırsız nimetin ve yaşanacak olan güzel hayatın anlaşılması ve bunun Allah'ın alemlere üstün kıldığı Peygamber Efendimiz (sav)'in dilinden aktarılması ise Cenab-ı Allah’ın izniyle insanların cennete olan özlemlerini ve bu hayatı kazanmak için harcayacakları çabayı artıracaktır.
Cennette Müminlere Lütfedilen Zenginlik ve Bolluk Cennetteki zenginlik, Allah'ın sonsuz güzellikteki sanatının tecellilerini ve göz kamaştıran büyük bir ihtişamı kapsayan, en üst estetik özellikleri ve uyumu sunan bir zenginliktir. Ve tüm bu güzellikler müminlerin istek ve tutkularına en çok hitap eden şekliyle sunulmaktadır. Çünkü zenginlik, ancak bu şekilde güzelliklere dönüştüğü takdirde insanın ruhuna zevk veren bir anlam kazanır. Cennet ortamında sunulan zenginlik, dünya şartlarının aksine insanların gönüllerince yaşayacakları, hiçbir zaman bitme, tükenme endişesi duymayacakları ebedi bir zenginliktir. Nitekim Kuran'-ı Kerim’de bildirilen "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün" (İnsan Suresi, 20) ayetiyle cennetteki bu zenginliğe dikkat çekilmiştir. Cennet mekanlarının güzelliği, estetik olmalarının yanı sıra süslemeler için kullanılan malzemelerin çok değerli olmalarından da kaynaklanmaktadır. Bir hadiste Peygamberimiz (sav), cennetin nelerden inşa edildiğini soran bir kişiye şöyle cevap vermiştir: Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır... [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6] Cennetteki Doğa ve İklim Güzellikleri
İnsanların dinlenmek, rahat etmek için tercih ettikleri mekanlar hep doğal güzelliklerle iç içedirler. İnsanın doğal güzellik arayışı içinde olmasının sebeplerinden biri, Cenab-ı Allah'ın insanı "Çeşit çeşit 'inceliklere ve güzelliklere' (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler." (Rahman Suresi, 48) ayetiyle bildirdiği cennet güzelliklerinden zevk alacak şekilde yaratmış olmasıdır. Bir hadiste ise cennetteki doğa güzellikleri şöyle aktarılmıştır: "Cennette öyle bir ağaç var ki bir süvari gölgesinde yetmiş yahut da yüz sene gider (de bitiremez)… Onun taze dalları cennet surlarının ötesindekilere ulaşmaktadır. Cennetteki her ırmak muhakkak o ağacın dibinden çıkmaktadır." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 311/513) Tüm doğa güzelliklerinin yanı sıra cennet ortamında dünyadakinden farklı olarak ne sıcak ne de soğuk olan, insan nefsinin en hoşlanacağı tam kararında bir iklim olacağı da Kuran-ı Kerim'de bildirilmiştir: "…Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız." (Nisa Suresi, 57) Ayette geçen "tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Rabbimiz’in Cennette Sunduğu Yiyecekler
Cennette acıkma, susama gibi dünyaya dair acizlikler olmadığı için buradaki yiyecekler, Cenab-ı Allah'tan bir nimet ve ikram olarak zevk için yaratılmıştır. Burada sarhoş etmeyen içecekler, nefislerin hoşuna gidecek, canların istediği, haz veren, son derece bol ve çeşitli lezzetli yiyecekler vardır. Allah dünyada da makbul yiyecekler arasında olan etin ve meyvenin cennette bol bol sunulduğunu, hatta çok ender bulunan kuş etinin bile cennette bulunduğunu şöyle haber verir: “Arzulayıp- seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti.” (Vakıa Suresi, 20-21) Giyeceklerin Güzelliği ve Çeşitliliği:
Cenab-ı Allah’ın “Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır...” (İnsan Suresi, 21) ayetiyle dikkat çektiği gibi, cennet ehlinin giyecekleri de en rahat edecekleri şekilde atlas ve ipek gibi en kaliteli kumaşlardan çeşitli renk ve güzellikte her insanın bu yöndeki zevkine hitap edecek biçimdedir. Üstelik bu kıyafetlerin solması, kırışması, kirlenmesi, eskimesi söz konusu olmadığı gibi, kumaşlarının dokunması, dikilmesi veya çarşıdan gidip satın alınması gibi aşamalar da söz konusu değildir. Cennette Allah'tan bir nimet olarak her şey, her zaman en mükemmel şekliyle hazırdır. Peygamber Efendimiz (sav)'in cennet giysilerinin bu özelliklerine dikkat çektiği bir hadisi şöyledir: “... Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerinde gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür...” [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
Güzel Ahlak
Cennetin en önemli özelliklerinden biri de dünyada sabırlı, itidalli, akıllı, makul, dengeli, affedici, şefkatli, sevgi dolu olan müminlerin Allah’ın izniyle cennette tüm eksikliklerden ve hatalardan arınarak kusursuz bir ahlaka sahip olmalarıdır. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de cennetine layık gördüğü mümin kulları için, "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) buyurarak, cennet ehlinin güzel ahlakını haber verir. Peygamber Efendimiz (sav) ise müminlerin huylarının güzelliğine şöyle dikkat çekmiştir: “Ben, cennet bahçelerinde, cennetin üstünde ve cennetin alt tarafında birer köşke şu kimse için kefilim ki, o haklı olduğu halde mücadeleyi terk eder, şaka için de olsa, yalanı söylemez ve insanlar(a örnek olması) için ahlakını güzelleştirir.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 152/6]
Gönüllerin İstediği Herşeyin Olması
Hepimizin dünyada isteyip de vakit ayıramamaktan, risk taşımasından, teknik ya da maddi imkansızlıklardan ötürü yapamadığımız pek çok şey vardır. Oysa Kuran-ı Kerim ayetleri ve hadislerden anladığımız kadarıyla cennette, Cenab-ı Allah'ın dilemesi ile nefsin arzuladığı her şeyin mümkün olacağı bildirilmektedir. Örneğin dünyada portakal düşününce beynimizde portakalın tadı, görüntüsü, rengi, şekli hemen oluşur, ama hayal olarak kalır. Cennette ise istekler bizim dünyadaki ufkumuzla, hayal gücümüzle sınırlı değildir. Cennette portakal istediğimizde, bu meyve en güzel haliyle hemen yanımızda beliriverir. Burada hayal edilen herşey hemen gerçek olur. Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Allah "... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var...” (Zuhruf Suresi, 71) ayetiyle bu gerçeği kullarına müjdelemiştir. Bu konuda hadislerde verilen örneklerden biri ise şöyledir: “Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular.” [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 431/14]
Cennetteki Sonsuz Yaşam ve Gençlik
İnsan ömrü dünyada ortalama olarak 6-7 tane 10 seneden oluşur. Bu son derece kısa bir süredir. Oysa cennette insan ömrü süresizdir. Allah'ın "Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar..." (Duhan Suresi, 56) ayetinde bildirdiği gibi kişi hem ölümsüz olacak, hem de içinde bulunduğu nimetler sonsuza dek devam edecektir. Cennetteki sonsuz yaşam bir hadiste şöyle haber verilir: "... Oraya giren kimseye nimetler ihtiyaç olmaksızın gelir. Orada ebedi olarak yaşar. Ölmez, elbisesi eskimez ve gençliği de gitmez." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6)
Cennet Cenab-ı Allah'ın Mümin Kullarına Vaadidir
Kendilerine ayetlerde ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in hadislerinde verilen müjdelere karşılık müminler, daima Cenab-ı Allah'ın Kuran-ı Kerim ayetlerinde bildirdiği emirlere uyar, O'nun hoşnut olacağı umulan güzel ahlakı en güzel şekliyle yaşamak için çaba harcarlar. Allah'ın merhametli, hoşgörülü, adaletli, sabırlı, ümitvar, tevazulu, yardımsever, fedakar kullarından hoşnut olduğunu bilir ve bu ahlakın en üstününe sahip olmak için çalışırlar. Rabbimiz'in, salih ve samimi kullarına müjdelediği cenneti umarlar. Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilen ve O’nun vaadi ile cenneti ümit eden insanın din ahlakını tüm şevki, heyecanı ve titizliğiyle yaşayacağı ise açıktır. Üstün ahlaklı takva sahibi müminleri bekleyen cennet, ayetlerde şöyle haber verilmiştir: “Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. Onda ‘boş bir söz’ işitmezler; sadece selam (ı işitirler). Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. O cennet; Biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.” (Meryem Suresi, 61–63)
Ahirette İnkar Edenleri Bekleyen Sonsuz Cehennem Hayatı Cehennem;
Cenab-ı Allah'ı inkar ederek (Allah’ı tenzih ederiz), din ahlakından uzak bir ömür sürenlere sonsuza kadar yurt olacak bir azap mekanıdır. Gerçek şu ki, ahirete inanmayanların sıkı sıkıya bağlandıkları dünya, kesinlikle yok olacak ancak cehennem sonsuza kadar var olacaktır. Allah'ın "ateşin halkı" olarak tanımladığı insan gruplarından her biri cehennemde süresiz kalacaklardır. İnkar edenlerin asla kaçamayacakları bu azabın hiçbir benzeri olmayacaktır: Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Cehenneme Giriş, Karşılanma ve Cehennemin Katları
Rabbimiz'in bildirdiği din ahlakına göre bir yaşam sürmeyenlerin, cehennemin kapısına vardıklarında yaşayacakları, Kuran-ı Kerim'de şöyle haber verilir: İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet" dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72) Cehennemin kapıları ise, her bir inkarcı grubu için özel olarak var edilmiştir. İnsanlar Allah'a karşı isyanlarının (Allah’ı tenzih ederiz) şiddetine göre sınıflara ayrılmışlardır. Cehennemde de, Kuran-ı Kerim’de bildirilen konumlarına ve kazandıkları günahlara göre farklı azap tabakalarına yerleştirilirler. Bir ayette şöyle bildirilir: (Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi, 38)
Kilitlenen Kapıların Ardındaki Sonsuz Hayat
İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu şöyle haber verir: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20) Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran-ı Kerim'de bildirildiğine göre "büyük bir azap" (Al-i İmran Suresi, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran Suresi, 4) ve "acıklı bir azap"tır. (Al-i İmran Suresi, 21) İnsanın dünya hayatında sahip olduğu kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. Birkaç saniye olsun ateşe veya kaynar suya dayanamayan insan, sonsuza kadar sürecek bir ateş azabını zihninde gerektiği gibi canlandıramaz. Hatta dünyadaki ateşin verebileceği herhangi bir acı, cehennem azabının şiddeti ile karşılaştırılamaz. Allah'ın azabının bir benzeri yoktur. (Fecr Suresi, 25-26)
Ateş Azabı
Cehennemdeki bu hayatın içinde, en büyük azaplardan biri ateştir. Ateş diğer işkencelere kıyasla insanı derinden sarsan yok eden bir unsurdur. İnsan vücudunun en derin noktalarına, Kuran-ı Kerim'de Allah'ın bildirdiği şekliyle "hücrelerine" kadar işleyen bir azaptır. İşte cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15), öfkeli, "alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14), "çılgınca yanan" (Furkan Suresi, 11) bu ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar. Kaaria Suresi'nde şöyle buyrulur: Kimin tartıları hafif kalırsa. Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11) Ateş, dayanılmaz bir acıdır. İnsan bir kibrit çöpünün alevine parmağını kısa bir süre tutmaya bile dayanamaz. Şiddetli bir acı duyar. Ancak dünyada bu ve benzeri şekillerde hissettiğimiz ateş azabı, cehennemdekinin yanında çok çok zayıftır. Çünkü insan, dünyada uzun süre yanamaz. Eğer yanan bir ateşin içine düşmüşse dahi, kısa bir süre içinde can verir, ateşin büyük acısını çok kısa bir an yaşamış olur. Ancak cehennemdeki durum, çok korkunçtur. Çünkü oradaki ateş insanı öldürmez, yalnızca acı çektirir. Hatta ayette bildirildiğine göre inkar edenlerin yandıkça dökülen derileri başka derilerle değiştirilir: Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 56) Cehennem ehli, bu ateşin içinde Cenab-ı Allah'ın dilemesi dışında sonsuza kadar yanacaktır. Bu işlemin sonsuza kadar süreceğini bilmenin verdiği dayanılmaz bir çaresizlik, umutsuzluk ve yıkım içinde olacaktır
. Sıcak, Karanlık, Duman ve Darlık
Dünyada insana en çok sıkıntı veren ortamlar dar, pis, karanlık ve sıcak ortamlardır. Çok sıcak, nemli ortamlar insanı boğar, yüksek nem en temel ihtiyaç olan nefes almayı zorlaştırır. Nefes alamamak insanı şiddetli biçimde bunaltır, göğsü daralır, kalbi sıkışır. Çok sıcak ve nemli havalarda gölge bile rahatlatıcı olmaz. Görünmeyen ama yoğun bir tabaka insanı çepeçevre kuşatır, nefes borusundan girip göğsünü tıkar. Örneğin lüks saunalardaki yüksek ısı ve neme insan çok kısa bir süre dayanabilir. On dakika yoğun buhar altında kalmaya dayanamayan birisi saunaya kapatılsa kısa bir süre içinde fenalık geçirir. Biraz daha uzun kalırsa, aşırı nem ve sıcaklıktan ölebilir. Cehennemde de bu boğucu atmosfer çok yoğun bir biçimde hakimdir. Dünyada sıcağa karşı birçok önlem geliştirmiş olan insan cehennemde çaresizdir. Ortam en sıcak çölden daha sıcak, en karanlık, izbe hücrelerden daha sıkıntı verici ve pistir. Sıcak insanın en küçük parçası olan hücrelerine dek işler. İnkarcılar için kavurucu sıcağa karşı bir koruyucu, ferahlama veya serinleme imkanı yoktur. Kuran-ı Kerim’de, cehennem ehlinin bu durumu şöyle bildirilir: "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su. Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 41-44) Bu denli boğucu bir atmosfer içinde, bir de dar bir yere sokulma azabı vardır. Furkan Suresi'nde, inkarcılara uygulanacak bu ceza, şöyle haber verilir: Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
Yiyecekler, İçecekler ve Giyecekler
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dünyada var olan nimetlerin çok daha üstünleri, Cenab-ı Allah'ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak cennette müminler için sonsuza dek hazır bulundurulacaktır. Cehennem ehli ise dünyada yapıp ettiklerinin cezası olarak Allah'ın lütfedici ve rızıklandırıcı (Rezzak) sıfatlarından çok uzakta kalırlar.(Şura Suresi, 19) Artık onlar için hiçbir nimet yoktur. En temel, en doğal ihtiyaçlarının karşılanması bile onlar için bir azaba dönmüştür. Yiyecekleri birer acı kaynağı olarak Allah özel olarak yaratmıştır. Artık sonsuza kadar yiyebilecekleri tek şey darı dikeni veya zakkum ağacıdır. Bunlar da, ne doyurur, ne de besler. Yalnızca acı verirler. Ayetlerde cennetteki muhteşem güzelliklerden ve lezzetlerden söz edildikten sonra cehennem ehlinin yiyecekleri hakkında şöyle buyrulur: Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Doğrusu Biz, onu kafirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. Şüphesiz o, 'çılgınca yanan ateşin' dibinde bitip çıkar. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Artık gerçekten, ondan yiyecekler böylelikle karınlarını ondan dolduracaklar. (Saffat Suresi, 62-66) Onlar için (zehirli olan) darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
Sonsuz Azaptan Kurtulmanın Tek Yolu Kuran Ahlakını Yaşamaktır
Cehennem hakkında verilen tüm bilgiler kesin birer gerçektir. Bugün dünyada sürdürdüğümüz hayat kadar, hatta daha da gerçektir. Cenab-ı Allah'a, O'nun tam olarak emrettiği gibi değil, bir ucundan ibadet edenler (Hac Suresi, 11); " ''Nasıl olsa Allah bağışlar" diyerek günah işleyip de azapta belirli bir süre kalacaklarını umanlar (Al-i İmran Suresi, 24) ve iman etmeyerek sadece para, mevki, kariyer gibi kavramları hayatlarının amacı haline getiren insanların hepsi ahiret günü cehenneme getirileceklerdir. Çok açıktır ki; Kuran ahlakından yüz çeviren kişilerin hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı cehennemde, dehşet verici bir azapla karşılaşmaları sadece bir an meselesidir. Bu nedenle her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içinde bulunduğu yanlışlıktan geri dönmeli, Rabbimiz'den bağışlanma dileyerek O'nun yolunda çaba harcayacağı bir hayatı seçmelidir. Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir: O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3) Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise çok açıktır: Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek ve tüm yaşamını O'nu razı edeceği umulan davranışlarla geçirmek… Rabbiniz'den olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133) Müslümanlar için dünyada en önemli nimetlerden biri ahirette cenneti kazanmayı umabilmeleridir. Cenab-ı Allah dünyayı Müslümanların cennete özlem duyacakları şekilde yaratmıştır. Allah'ın ve ahiretin varlığına iman eden herkes, dünyada var olan nimet ve güzellikler karşısında hep cenneti hatırlar, bu nimetlerin geçici olduğunu bilerek cennetteki asıllarını ister. Nitekim böyle bir kimsenin cennete kavuşma isteği ve bundan duyduğu heyecan, tavırlarından, konuşmalarından, din ahlakını yaşama konusundaki samimi çabasından hissedilecektir. “Cennetten bir kamçılık yer dünya ve içindekilerden hayırlıdır.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 132/9] Mümin olarak huzuruna gelecekler için Allah içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetleri vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini umarlar. Bir ayette şöyle buyrulur: Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61) Herkes tarafından bilinen bir gerçek vardır ki; cehennem ehli tarifi mümkün olmayan fiziksel azaplar çekecektir. Ancak tüm bunların yanında, en az bunlar kadar önemli bir başka azap ise, manevi azaptır. Bu manevi azap pişmanlık, ümitsizlik, horlanma, aşağılanma, utanç, hayal kırıklığı gibi pek çok ruhi azapları içinde barındırır ve sonsuz hayat boyunca onları inkar edenleri kuşatır.
Ahirette Yaşanacak Olan Cennet ve Cehennem Hayatı
Cenab-ı Allah, Kuran-ı Kerim’de ahiret hayatının varlığını bildirdiği gibi ahiret hayatı hakkında detaylı bilgiler de vermiştir. Rabbimiz, Kuran-ı Kerim’de;
Bu dünyanın geçici bir deneme yeri olduğunu, gerçek yaşamın ise ebedi olarak ahirette süreceğini;
İnsanların bu dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette göreceklerini;
Yapılan hiçbir iyilik ya da kötülüğün karşılıksız kalmayacağını;
Bu dünyada hak din ahlakının gerektirdiği gibi yaşayan, Allah'ın istediği, beğendiği gibi davrananların ahirette mükafatlandırılacaklarını;
Din ahlakının gereklerini yerine getirmeyenlerin ise sonsuz bir cehennem azabına maruz kalacaklarını bildirmiş ve kullarını bu azaba karşı uyarmıştır. Bu ay sizler için hazırladığımız kapak konumuzda hem samimi iman sahiplerini bekleyen cennet yurdunu, hem de içinde bulundukları gaflet sonucu iman etmeyen insanların yaşayacakları azap dolu cehennem hayatını Kuran-ı Kerim ayetleri ve Sevgili Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri ışığında detaylı olarak ele aldık. "Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 32)
Ahirette Müminlere Sunulan Cennet Ortamı
Her insan hayatı boyunca birçok kez cennet kavramıyla karşılaşır, ancak Cenab-ı Allah'ın bize vaat ettiği cennetin eşsiz güzelliğini ve sonsuz nimetlerini hakkıyla kavrayamamış olabilir. Bu nedenle yazımızda, cennetteki eşsiz güzellikleri ve sonsuza kadar sürecek olan nimetleri tüm detayları ile aktarmaya çalışacağız. Zira hem "Orada diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var." (Kaf Suresi, 35) diye bildiren Kuran-ı Kerim ayetleri hem de Peygamberimiz (sav)'in hadisleri, bizleri pek çok insanın daha önce hiç düşünmemiş olabileceği cennetteki bazı nimetlerden haberdar etmektedir. Cennetteki ihtişamın, sınırsız nimetin ve yaşanacak olan güzel hayatın anlaşılması ve bunun Allah'ın alemlere üstün kıldığı Peygamber Efendimiz (sav)'in dilinden aktarılması ise Cenab-ı Allah’ın izniyle insanların cennete olan özlemlerini ve bu hayatı kazanmak için harcayacakları çabayı artıracaktır.
Cennette Müminlere Lütfedilen Zenginlik ve Bolluk Cennetteki zenginlik, Allah'ın sonsuz güzellikteki sanatının tecellilerini ve göz kamaştıran büyük bir ihtişamı kapsayan, en üst estetik özellikleri ve uyumu sunan bir zenginliktir. Ve tüm bu güzellikler müminlerin istek ve tutkularına en çok hitap eden şekliyle sunulmaktadır. Çünkü zenginlik, ancak bu şekilde güzelliklere dönüştüğü takdirde insanın ruhuna zevk veren bir anlam kazanır. Cennet ortamında sunulan zenginlik, dünya şartlarının aksine insanların gönüllerince yaşayacakları, hiçbir zaman bitme, tükenme endişesi duymayacakları ebedi bir zenginliktir. Nitekim Kuran'-ı Kerim’de bildirilen "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün" (İnsan Suresi, 20) ayetiyle cennetteki bu zenginliğe dikkat çekilmiştir. Cennet mekanlarının güzelliği, estetik olmalarının yanı sıra süslemeler için kullanılan malzemelerin çok değerli olmalarından da kaynaklanmaktadır. Bir hadiste Peygamberimiz (sav), cennetin nelerden inşa edildiğini soran bir kişiye şöyle cevap vermiştir: Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır... [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 451/6] Cennetteki Doğa ve İklim Güzellikleri
İnsanların dinlenmek, rahat etmek için tercih ettikleri mekanlar hep doğal güzelliklerle iç içedirler. İnsanın doğal güzellik arayışı içinde olmasının sebeplerinden biri, Cenab-ı Allah'ın insanı "Çeşit çeşit 'inceliklere ve güzelliklere' (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler." (Rahman Suresi, 48) ayetiyle bildirdiği cennet güzelliklerinden zevk alacak şekilde yaratmış olmasıdır. Bir hadiste ise cennetteki doğa güzellikleri şöyle aktarılmıştır: "Cennette öyle bir ağaç var ki bir süvari gölgesinde yetmiş yahut da yüz sene gider (de bitiremez)… Onun taze dalları cennet surlarının ötesindekilere ulaşmaktadır. Cennetteki her ırmak muhakkak o ağacın dibinden çıkmaktadır." (Tezkireti'l Kurtubi, s. 311/513) Tüm doğa güzelliklerinin yanı sıra cennet ortamında dünyadakinden farklı olarak ne sıcak ne de soğuk olan, insan nefsinin en hoşlanacağı tam kararında bir iklim olacağı da Kuran-ı Kerim'de bildirilmiştir: "…Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız." (Nisa Suresi, 57) Ayette geçen "tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Rabbimiz’in Cennette Sunduğu Yiyecekler
Cennette acıkma, susama gibi dünyaya dair acizlikler olmadığı için buradaki yiyecekler, Cenab-ı Allah'tan bir nimet ve ikram olarak zevk için yaratılmıştır. Burada sarhoş etmeyen içecekler, nefislerin hoşuna gidecek, canların istediği, haz veren, son derece bol ve çeşitli lezzetli yiyecekler vardır. Allah dünyada da makbul yiyecekler arasında olan etin ve meyvenin cennette bol bol sunulduğunu, hatta çok ender bulunan kuş etinin bile cennette bulunduğunu şöyle haber verir: “Arzulayıp- seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti.” (Vakıa Suresi, 20-21) Giyeceklerin Güzelliği ve Çeşitliliği:
Cenab-ı Allah’ın “Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır...” (İnsan Suresi, 21) ayetiyle dikkat çektiği gibi, cennet ehlinin giyecekleri de en rahat edecekleri şekilde atlas ve ipek gibi en kaliteli kumaşlardan çeşitli renk ve güzellikte her insanın bu yöndeki zevkine hitap edecek biçimdedir. Üstelik bu kıyafetlerin solması, kırışması, kirlenmesi, eskimesi söz konusu olmadığı gibi, kumaşlarının dokunması, dikilmesi veya çarşıdan gidip satın alınması gibi aşamalar da söz konusu değildir. Cennette Allah'tan bir nimet olarak her şey, her zaman en mükemmel şekliyle hazırdır. Peygamber Efendimiz (sav)'in cennet giysilerinin bu özelliklerine dikkat çektiği bir hadisi şöyledir: “... Onların içinde herhangi bir şeyi eksik olan kimse yok ki karşılaştığının üzerinde gördüğü süs elbiselerinden dolayı rahatsız olsun. Sözünün sonu gelmeden üzerinde daha güzel bir kıyafet bürünür...” [Tezkireti'l Kurtubi, s. 325-326/563]
Güzel Ahlak
Cennetin en önemli özelliklerinden biri de dünyada sabırlı, itidalli, akıllı, makul, dengeli, affedici, şefkatli, sevgi dolu olan müminlerin Allah’ın izniyle cennette tüm eksikliklerden ve hatalardan arınarak kusursuz bir ahlaka sahip olmalarıdır. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de cennetine layık gördüğü mümin kulları için, "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) buyurarak, cennet ehlinin güzel ahlakını haber verir. Peygamber Efendimiz (sav) ise müminlerin huylarının güzelliğine şöyle dikkat çekmiştir: “Ben, cennet bahçelerinde, cennetin üstünde ve cennetin alt tarafında birer köşke şu kimse için kefilim ki, o haklı olduğu halde mücadeleyi terk eder, şaka için de olsa, yalanı söylemez ve insanlar(a örnek olması) için ahlakını güzelleştirir.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 152/6]
Gönüllerin İstediği Herşeyin Olması
Hepimizin dünyada isteyip de vakit ayıramamaktan, risk taşımasından, teknik ya da maddi imkansızlıklardan ötürü yapamadığımız pek çok şey vardır. Oysa Kuran-ı Kerim ayetleri ve hadislerden anladığımız kadarıyla cennette, Cenab-ı Allah'ın dilemesi ile nefsin arzuladığı her şeyin mümkün olacağı bildirilmektedir. Örneğin dünyada portakal düşününce beynimizde portakalın tadı, görüntüsü, rengi, şekli hemen oluşur, ama hayal olarak kalır. Cennette ise istekler bizim dünyadaki ufkumuzla, hayal gücümüzle sınırlı değildir. Cennette portakal istediğimizde, bu meyve en güzel haliyle hemen yanımızda beliriverir. Burada hayal edilen herşey hemen gerçek olur. Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Allah "... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var...” (Zuhruf Suresi, 71) ayetiyle bu gerçeği kullarına müjdelemiştir. Bu konuda hadislerde verilen örneklerden biri ise şöyledir: “Bir adam Resulullah aleyhissalatu vesselam'a: "Cennette at var mı?" diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yakuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır" buyurdular.” [(Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 431/14]
Cennetteki Sonsuz Yaşam ve Gençlik
İnsan ömrü dünyada ortalama olarak 6-7 tane 10 seneden oluşur. Bu son derece kısa bir süredir. Oysa cennette insan ömrü süresizdir. Allah'ın "Orada, ilk ölümün dışında başka ölüm tatmazlar..." (Duhan Suresi, 56) ayetinde bildirdiği gibi kişi hem ölümsüz olacak, hem de içinde bulunduğu nimetler sonsuza dek devam edecektir. Cennetteki sonsuz yaşam bir hadiste şöyle haber verilir: "... Oraya giren kimseye nimetler ihtiyaç olmaksızın gelir. Orada ebedi olarak yaşar. Ölmez, elbisesi eskimez ve gençliği de gitmez." (Ramuz el-Ehadis-1, s. 200/6)
Cennet Cenab-ı Allah'ın Mümin Kullarına Vaadidir
Kendilerine ayetlerde ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in hadislerinde verilen müjdelere karşılık müminler, daima Cenab-ı Allah'ın Kuran-ı Kerim ayetlerinde bildirdiği emirlere uyar, O'nun hoşnut olacağı umulan güzel ahlakı en güzel şekliyle yaşamak için çaba harcarlar. Allah'ın merhametli, hoşgörülü, adaletli, sabırlı, ümitvar, tevazulu, yardımsever, fedakar kullarından hoşnut olduğunu bilir ve bu ahlakın en üstününe sahip olmak için çalışırlar. Rabbimiz'in, salih ve samimi kullarına müjdelediği cenneti umarlar. Allah'ın vaadinin hak olduğunu bilen ve O’nun vaadi ile cenneti ümit eden insanın din ahlakını tüm şevki, heyecanı ve titizliğiyle yaşayacağı ise açıktır. Üstün ahlaklı takva sahibi müminleri bekleyen cennet, ayetlerde şöyle haber verilmiştir: “Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. Onda ‘boş bir söz’ işitmezler; sadece selam (ı işitirler). Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. O cennet; Biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.” (Meryem Suresi, 61–63)
Ahirette İnkar Edenleri Bekleyen Sonsuz Cehennem Hayatı Cehennem;
Cenab-ı Allah'ı inkar ederek (Allah’ı tenzih ederiz), din ahlakından uzak bir ömür sürenlere sonsuza kadar yurt olacak bir azap mekanıdır. Gerçek şu ki, ahirete inanmayanların sıkı sıkıya bağlandıkları dünya, kesinlikle yok olacak ancak cehennem sonsuza kadar var olacaktır. Allah'ın "ateşin halkı" olarak tanımladığı insan gruplarından her biri cehennemde süresiz kalacaklardır. İnkar edenlerin asla kaçamayacakları bu azabın hiçbir benzeri olmayacaktır: Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Cehenneme Giriş, Karşılanma ve Cehennemin Katları
Rabbimiz'in bildirdiği din ahlakına göre bir yaşam sürmeyenlerin, cehennemin kapısına vardıklarında yaşayacakları, Kuran-ı Kerim'de şöyle haber verilir: İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet" dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72) Cehennemin kapıları ise, her bir inkarcı grubu için özel olarak var edilmiştir. İnsanlar Allah'a karşı isyanlarının (Allah’ı tenzih ederiz) şiddetine göre sınıflara ayrılmışlardır. Cehennemde de, Kuran-ı Kerim’de bildirilen konumlarına ve kazandıkları günahlara göre farklı azap tabakalarına yerleştirilirler. Bir ayette şöyle bildirilir: (Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da:) "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi, 38)
Kilitlenen Kapıların Ardındaki Sonsuz Hayat
İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu şöyle haber verir: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20) Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran-ı Kerim'de bildirildiğine göre "büyük bir azap" (Al-i İmran Suresi, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran Suresi, 4) ve "acıklı bir azap"tır. (Al-i İmran Suresi, 21) İnsanın dünya hayatında sahip olduğu kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. Birkaç saniye olsun ateşe veya kaynar suya dayanamayan insan, sonsuza kadar sürecek bir ateş azabını zihninde gerektiği gibi canlandıramaz. Hatta dünyadaki ateşin verebileceği herhangi bir acı, cehennem azabının şiddeti ile karşılaştırılamaz. Allah'ın azabının bir benzeri yoktur. (Fecr Suresi, 25-26)
Ateş Azabı
Cehennemdeki bu hayatın içinde, en büyük azaplardan biri ateştir. Ateş diğer işkencelere kıyasla insanı derinden sarsan yok eden bir unsurdur. İnsan vücudunun en derin noktalarına, Kuran-ı Kerim'de Allah'ın bildirdiği şekliyle "hücrelerine" kadar işleyen bir azaptır. İşte cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15), öfkeli, "alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14), "çılgınca yanan" (Furkan Suresi, 11) bu ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar. Kaaria Suresi'nde şöyle buyrulur: Kimin tartıları hafif kalırsa. Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11) Ateş, dayanılmaz bir acıdır. İnsan bir kibrit çöpünün alevine parmağını kısa bir süre tutmaya bile dayanamaz. Şiddetli bir acı duyar. Ancak dünyada bu ve benzeri şekillerde hissettiğimiz ateş azabı, cehennemdekinin yanında çok çok zayıftır. Çünkü insan, dünyada uzun süre yanamaz. Eğer yanan bir ateşin içine düşmüşse dahi, kısa bir süre içinde can verir, ateşin büyük acısını çok kısa bir an yaşamış olur. Ancak cehennemdeki durum, çok korkunçtur. Çünkü oradaki ateş insanı öldürmez, yalnızca acı çektirir. Hatta ayette bildirildiğine göre inkar edenlerin yandıkça dökülen derileri başka derilerle değiştirilir: Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 56) Cehennem ehli, bu ateşin içinde Cenab-ı Allah'ın dilemesi dışında sonsuza kadar yanacaktır. Bu işlemin sonsuza kadar süreceğini bilmenin verdiği dayanılmaz bir çaresizlik, umutsuzluk ve yıkım içinde olacaktır
. Sıcak, Karanlık, Duman ve Darlık
Dünyada insana en çok sıkıntı veren ortamlar dar, pis, karanlık ve sıcak ortamlardır. Çok sıcak, nemli ortamlar insanı boğar, yüksek nem en temel ihtiyaç olan nefes almayı zorlaştırır. Nefes alamamak insanı şiddetli biçimde bunaltır, göğsü daralır, kalbi sıkışır. Çok sıcak ve nemli havalarda gölge bile rahatlatıcı olmaz. Görünmeyen ama yoğun bir tabaka insanı çepeçevre kuşatır, nefes borusundan girip göğsünü tıkar. Örneğin lüks saunalardaki yüksek ısı ve neme insan çok kısa bir süre dayanabilir. On dakika yoğun buhar altında kalmaya dayanamayan birisi saunaya kapatılsa kısa bir süre içinde fenalık geçirir. Biraz daha uzun kalırsa, aşırı nem ve sıcaklıktan ölebilir. Cehennemde de bu boğucu atmosfer çok yoğun bir biçimde hakimdir. Dünyada sıcağa karşı birçok önlem geliştirmiş olan insan cehennemde çaresizdir. Ortam en sıcak çölden daha sıcak, en karanlık, izbe hücrelerden daha sıkıntı verici ve pistir. Sıcak insanın en küçük parçası olan hücrelerine dek işler. İnkarcılar için kavurucu sıcağa karşı bir koruyucu, ferahlama veya serinleme imkanı yoktur. Kuran-ı Kerim’de, cehennem ehlinin bu durumu şöyle bildirilir: "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su. Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 41-44) Bu denli boğucu bir atmosfer içinde, bir de dar bir yere sokulma azabı vardır. Furkan Suresi'nde, inkarcılara uygulanacak bu ceza, şöyle haber verilir: Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
Yiyecekler, İçecekler ve Giyecekler
Daha önce de belirttiğimiz gibi bu dünyada var olan nimetlerin çok daha üstünleri, Cenab-ı Allah'ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak cennette müminler için sonsuza dek hazır bulundurulacaktır. Cehennem ehli ise dünyada yapıp ettiklerinin cezası olarak Allah'ın lütfedici ve rızıklandırıcı (Rezzak) sıfatlarından çok uzakta kalırlar.(Şura Suresi, 19) Artık onlar için hiçbir nimet yoktur. En temel, en doğal ihtiyaçlarının karşılanması bile onlar için bir azaba dönmüştür. Yiyecekleri birer acı kaynağı olarak Allah özel olarak yaratmıştır. Artık sonsuza kadar yiyebilecekleri tek şey darı dikeni veya zakkum ağacıdır. Bunlar da, ne doyurur, ne de besler. Yalnızca acı verirler. Ayetlerde cennetteki muhteşem güzelliklerden ve lezzetlerden söz edildikten sonra cehennem ehlinin yiyecekleri hakkında şöyle buyrulur: Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Doğrusu Biz, onu kafirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. Şüphesiz o, 'çılgınca yanan ateşin' dibinde bitip çıkar. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Artık gerçekten, ondan yiyecekler böylelikle karınlarını ondan dolduracaklar. (Saffat Suresi, 62-66) Onlar için (zehirli olan) darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
Sonsuz Azaptan Kurtulmanın Tek Yolu Kuran Ahlakını Yaşamaktır
Cehennem hakkında verilen tüm bilgiler kesin birer gerçektir. Bugün dünyada sürdürdüğümüz hayat kadar, hatta daha da gerçektir. Cenab-ı Allah'a, O'nun tam olarak emrettiği gibi değil, bir ucundan ibadet edenler (Hac Suresi, 11); " ''Nasıl olsa Allah bağışlar" diyerek günah işleyip de azapta belirli bir süre kalacaklarını umanlar (Al-i İmran Suresi, 24) ve iman etmeyerek sadece para, mevki, kariyer gibi kavramları hayatlarının amacı haline getiren insanların hepsi ahiret günü cehenneme getirileceklerdir. Çok açıktır ki; Kuran ahlakından yüz çeviren kişilerin hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı cehennemde, dehşet verici bir azapla karşılaşmaları sadece bir an meselesidir. Bu nedenle her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içinde bulunduğu yanlışlıktan geri dönmeli, Rabbimiz'den bağışlanma dileyerek O'nun yolunda çaba harcayacağı bir hayatı seçmelidir. Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir: O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3) Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise çok açıktır: Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek ve tüm yaşamını O'nu razı edeceği umulan davranışlarla geçirmek… Rabbiniz'den olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133) Müslümanlar için dünyada en önemli nimetlerden biri ahirette cenneti kazanmayı umabilmeleridir. Cenab-ı Allah dünyayı Müslümanların cennete özlem duyacakları şekilde yaratmıştır. Allah'ın ve ahiretin varlığına iman eden herkes, dünyada var olan nimet ve güzellikler karşısında hep cenneti hatırlar, bu nimetlerin geçici olduğunu bilerek cennetteki asıllarını ister. Nitekim böyle bir kimsenin cennete kavuşma isteği ve bundan duyduğu heyecan, tavırlarından, konuşmalarından, din ahlakını yaşama konusundaki samimi çabasından hissedilecektir. “Cennetten bir kamçılık yer dünya ve içindekilerden hayırlıdır.” [Ramuz el-Ehadis-1, s. 132/9] Mümin olarak huzuruna gelecekler için Allah içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetleri vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini umarlar. Bir ayette şöyle buyrulur: Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61) Herkes tarafından bilinen bir gerçek vardır ki; cehennem ehli tarifi mümkün olmayan fiziksel azaplar çekecektir. Ancak tüm bunların yanında, en az bunlar kadar önemli bir başka azap ise, manevi azaptır. Bu manevi azap pişmanlık, ümitsizlik, horlanma, aşağılanma, utanç, hayal kırıklığı gibi pek çok ruhi azapları içinde barındırır ve sonsuz hayat boyunca onları inkar edenleri kuşatır.
YAŞAM DERGİSİ 7 (Yeryüzünü Saran Doğal Örtü: Toprak)
Cenab-ı Allah’ın yarattığı tüm canlılarda ve sistemlerde olduğu gibi toprağın içinde de kusursuz bir düzen vardır. Rabbimiz, kullarına en güzel nimetleri bağışlamak için mikroorganizmaları vesile ederek toprağı verimli kılmış, bu eşsiz örtüden insanın damak zevkine ve vücudunun ihtiyacına birebir uyan mineral ve vitamin kaynağı rızıklar sunmuştur. Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni Jüpiter'dir. Kütlesi Dünya'nın 318 katı kadar olan Jüpiter, bir gaz gezegendir. Delici bir soğuğun hüküm sürdüğü, üzerinde yüzlerce yıl süren korkunç fırtınaların yaşandığı, manyetik alanı ile her canlıyı anında öldürebilecek bir gezegenin böyle olmasının en büyük nedeni üzerinde kaya veya toprak olmaması yani sadece gazdan meydana gelmesidir. Dünyamız ise toprağın var olduğu ve bu toprağın içinden sayısız yiyeceklerin çıktığı, nimetler dolu bir gezegendir. Toprağın insanlar için ne kadar büyük bir nimet olduğunu sadece bu örneğe bakarak bile anlayabiliriz. Cenab-ı Allah Kuran ayetlerinde toprağın insanlar için önemli bir yaratılış delili olduğunu şöyle bildirmektedir: “Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine şükretmiyorlar mı?” (Yasin Suresi, 35)
Topraktaki Kompleks Yapı
Dış görünüşündeki sadeliğin aksine, toprak oldukça kompleks bir yapıya sahiptir ve kendi içinde dev bir ekolojik sistemi barındırır.
İçindeki Düzen
Allah'ın yarattığı tüm canlılarda ve sistemlerde olduğu gibi toprağın içinde de kusursuz bir düzen vardır. Örneğin, toprakta periyodik olarak kuruma ve nemlenme olayları gerçekleşir. Bunun yanı sıra toprakta bulunan parçacıkların toprak içinde devamlılığını sağlayan iki şart bulunmaktadır; nemlenme-hidrasyon ve kolloidler. (kil mineralleri, demir ve magnezin kolloidal oksitleri, organik maddeler) Toprakta yaşayan mikroorganizmaların ve solucanların çıkardığı salgılar ise toprağın devamlılığını sağlayan diğer önemli faktörlerdir.
Toprağın Sıcaklığı
Toprağın sıcaklığı, içindeki ve üzerindeki yaşamın varlığı için çok büyük önem taşımaktadır. Toprağın içindeki mikroorganizmaların faaliyetleri, organik maddelerin parçalanması, kimyasal olayların devamı, toprağın uygun nem ve sıcaklıkta olmasıyla mümkün olmaktadır. Bir başka deyişle, toprak donarsa içindeki tüm yaşamsal faaliyetler de sona erer. Toprağın sıcaklığı ise güneşten gelen enerjinin tutulmasına ve yansımasına bağlıdır. Isının tutulması toprağın çeşidi ile yakından ilişkilidir. Örneğin koyu renkli topraklar enerjinin %80'ini tutarken, açık renkliler %30'unu tutmaktadır. Toprağın ısınma ve soğuma kapasitesi renginden başka, içerdiği su miktarına ve yüzeyini örten organik maddeler ve bitki örtüsüne de bağlıdır. Bu nedenle toprağın nem oranının artması sıcaklığının artmasında çok büyük bir öneme sahiptir.
Toprakta Suyun Tutulması T
oprağın içinde bulunan suyun varlığı, bitkilerin yetişmesi, biyolojik faaliyetler ve bunların devamlılığı, ayrışma ve iyon alış-verişlerinin sağlanması için çok büyük bir önem taşımaktadır. Bir başka deyişle içinde su bulunmayan toprakta hayat yoktur. Topraktaki suyun kaybedilmeden tutulması son derece önemlidir. Toprağın içinde belli miktarda bulunan suyun oluşturduğu toprak çözeltisi besin elementlerini taşıyan yararlı bir çözeltidir. Cenab-ı Allah Kuran'da şu şekilde bildirmiştir: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir." (Hadid Suresi, 4) Toprakta suyun tutulması iki işlemin devreye girmesi ile gerçekleşir. Bunlardan ilki adhezyon olarak adlandırılır. Adhezyon; katı toprak parçacık yüzeylerinin suyu çekme kuvvetidir yani toprağın yüzeyinin suyu çekme işlemidir. Su, toprak parçacıklarının iç ve dış yüzeyinde bulunan elektriksel alanlardaki elektrostatik kuvvetlerle tutulmaktadır. Havadaki tozlarda bile bulunan bu su, çok az hareket eder. Bu nedenle bitkiler için faydalı değildir. Bitkiler de bunu bilircesine bu suyu bünyelerine almazlar. Diğer işlem ise kohezyon olarak adlandırılır. Adhezyondan farklı olarak, su moleküllerinin birbirini çekme işlemidir. Su molekülleri arasındaki hidrojen, iyonu bağlayıcı görev görür ve böylece kohezyon suyu toprak parçacıklarını bir film gibi sarar. Adhezyon suyuna göre hareketli ve enerjisi de fazladır. Toprakta suyun tutulması suyun toprak içindeki basıncına bağlıdır. Suya doymuş topraklardaki su, basınç altındadır. Böylece gözeneklerdeki su yüksek basınçtan alçak basınca doğru yerçekiminin de etkisiyle kolaylıkla akmaktadır. Bu yüzden bu topraklarda belli aralıklarla açılan çukurlar ile suyun basıncı düşürülür. Suya doymuş olmayan topraklarda ise suyun hareketi çok yavaştır ve genelde toprak parçacığını saran film tabakasındadır. Sizler için hazırladığımız bu yazımızda vurgulanan her bilgi göstermektedir ki, dilediği herşeyi dilediği anda ve benzersiz bir şekilde yaratan Cenab-ı Allah, bir avuç toprakta bile bize Kendi varlığının ve benzersiz yaratışının delillerini göstermektedir. Haşr Suresi’nde buyrulduğu gibi, Cenab-ı Allah her şeyi en güzel şekilde yaratmaktadır: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)
Bir Kuran Mucizesi: Toprağın Titreşip Kabarması ...
Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5) Yukarıdaki ayette "titreşir" olarak çevrilen kelimenin Arapçası "ihtezzet"tir ve bu kelime "harekete geçmek, canlanmak, titreşmek, kıpırdamak, kımıldamak, bitkinin harekete geçmesi ve uzaması" anlamlarına gelir. "Kabarır" olarak çevrilen "rebet" kelimesi ise "artmak, fazlalaşmak, kabarmak, büyümek, gelişmek, (bitkinin) yükselmesi, erzak sağlamak, şişmek, içi hava dolmak" anlamlarına gelir. Ayette geçen bu kelimeler yağmur esnasında, toprağın moleküler yapısındaki değişiklikleri en uygun kelimelerle tarif etmektedir. Ayette tarif edilen hareketlilik, yerkabuğunun depremler sırasında olduğu gibi toplu hareketinden farklıdır ve toprağı oluşturan parçacıkların titreşmesi olarak ifade edilmektedir. Toprak parçacıkları birbiri üzerine geçen katmanlardan oluşur ve su bu katmanların arasına nüfuz ettiğinde, toprak parçacıklarının hacimce büyümesine, kabarmasına sebep olur. Ayette haber verilen aşamalar bilimsel olarak şu şekildedir:
Toprağın titreşmesi:
Toprak yağmur suyunu yeteri miktarda emdiğinde, toprak parçacıklarının yüzeyinde oluşan elektrostatik yük, dengesizliğe sebep olur, ki bu da parçacıkların titreşmesine yol açar. Bu titreşim parçacıkların elektriksel yükü dengelenene kadar devam eder. Toprak parçacıklarının hareketlenip titreşmesi su parçacıklarıyla çarpışmasından da kaynaklanır. Su parçacıklarının hareketi belli bir yönde değildir. Her yönden çarpan su, toprak parçacıklarının yerlerini değiştirmesine sebep olur. Bu hareketlilik günümüzde "Brown hareketi (Brownian movement)" olarak bilinen ve 1827'de Robert Brown adında İskoçyalı bir botanikçinin tarif ettiği mikroskobik parçacıkların hareketliliğidir.(1 Brian J. Ford, "Brownian Movement in Clarkia Pollen: A Reprise of the First Observations", The Microscope, 1992, vol. 40, no. 4, ss. 235-241; (Brian J. Ford, "Brownian Movement in Clarkia Pollen: A Reprise of the First Observations", The Microscope, 1992, vol. 40, no. 4, ss. 235-241) Brown, yağmur damlaları toprağa düştüğünde, toprak moleküllerinde bir tür silkelenme ve titreşim meydana getirdiğini keşfetmiştir.
Toprağın kabarması:
Yağmur yağdığında farklı yönlerden gelen su damlaları, toprak parçacıklarının titreşmesine, böylece su emerek hacimlerinin genişlemesine yol açar. Çünkü su bol miktarda olduğunda toprak parçacıklarının arasındaki mesafe artar. Bu boşluklar su parçacıklarının ve erimiş iyonların toprağın içine girişine olanak sağlar. Su ve suyun içinde erimiş şekilde yer alan diğer besleyici maddeler katmanlar arasında yayılır. Bu da toprak parçacıklarının hacminde büyümeye sebep olur. Dolayısıyla bu parçacıklar toprağı canlandırmak için gereken su deposu olarak işlev görürler. Yerçekimine rağmen suyun sızmadan, toprak parçacıkların katmanları arasında depolanması Cenab-ı Allah'ın insanlar üzerindeki sonsuz rahmetinin örneklerinden biridir. Eğer toprağın suyu tutma özelliği olmasaydı ve toprakta bu mineral depoları oluşmasaydı, su toprağın derinliklerine sızacak ve bitkiler kısa zamanda ölecekti. Ancak Rabbimiz toprağı çeşitli ürünler çıkmasını mümkün kılacak özelliklerle birlikte yaratmıştır.
Toprağın ürün vermesi:
Topraktaki su yeterli miktara ulaştığında, tohumlar aktif hale gelir ve basit besleyici elementleri emmeye başlarlar. Gittikçe gelişen bitkiler, su ihtiyaçlarını 2-3 ay boyunca bu depolardan elde ederler. Kuru toprağa yağmur düştüğünde oluşan olaylar, yukarıdaki ayette üç aşamalı olarak anlatılmaktadır: Toprağın titreşmesi, toprağın kabarması ve toprağın ürün vermesi. Görüldüğü gibi Kuran Kerim'de günümüzden 14 yüzyıl önce bildirilen bu aşamalar, bilimsel açıklamalarla tam bir paralellik içindedir. Bir başka ayette ise ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır: “Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.” (Yasin Suresi, 33)
Topraktaki Kompleks Yapı
Dış görünüşündeki sadeliğin aksine, toprak oldukça kompleks bir yapıya sahiptir ve kendi içinde dev bir ekolojik sistemi barındırır.
İçindeki Düzen
Allah'ın yarattığı tüm canlılarda ve sistemlerde olduğu gibi toprağın içinde de kusursuz bir düzen vardır. Örneğin, toprakta periyodik olarak kuruma ve nemlenme olayları gerçekleşir. Bunun yanı sıra toprakta bulunan parçacıkların toprak içinde devamlılığını sağlayan iki şart bulunmaktadır; nemlenme-hidrasyon ve kolloidler. (kil mineralleri, demir ve magnezin kolloidal oksitleri, organik maddeler) Toprakta yaşayan mikroorganizmaların ve solucanların çıkardığı salgılar ise toprağın devamlılığını sağlayan diğer önemli faktörlerdir.
Toprağın Sıcaklığı
Toprağın sıcaklığı, içindeki ve üzerindeki yaşamın varlığı için çok büyük önem taşımaktadır. Toprağın içindeki mikroorganizmaların faaliyetleri, organik maddelerin parçalanması, kimyasal olayların devamı, toprağın uygun nem ve sıcaklıkta olmasıyla mümkün olmaktadır. Bir başka deyişle, toprak donarsa içindeki tüm yaşamsal faaliyetler de sona erer. Toprağın sıcaklığı ise güneşten gelen enerjinin tutulmasına ve yansımasına bağlıdır. Isının tutulması toprağın çeşidi ile yakından ilişkilidir. Örneğin koyu renkli topraklar enerjinin %80'ini tutarken, açık renkliler %30'unu tutmaktadır. Toprağın ısınma ve soğuma kapasitesi renginden başka, içerdiği su miktarına ve yüzeyini örten organik maddeler ve bitki örtüsüne de bağlıdır. Bu nedenle toprağın nem oranının artması sıcaklığının artmasında çok büyük bir öneme sahiptir.
Toprakta Suyun Tutulması T
oprağın içinde bulunan suyun varlığı, bitkilerin yetişmesi, biyolojik faaliyetler ve bunların devamlılığı, ayrışma ve iyon alış-verişlerinin sağlanması için çok büyük bir önem taşımaktadır. Bir başka deyişle içinde su bulunmayan toprakta hayat yoktur. Topraktaki suyun kaybedilmeden tutulması son derece önemlidir. Toprağın içinde belli miktarda bulunan suyun oluşturduğu toprak çözeltisi besin elementlerini taşıyan yararlı bir çözeltidir. Cenab-ı Allah Kuran'da şu şekilde bildirmiştir: "Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir." (Hadid Suresi, 4) Toprakta suyun tutulması iki işlemin devreye girmesi ile gerçekleşir. Bunlardan ilki adhezyon olarak adlandırılır. Adhezyon; katı toprak parçacık yüzeylerinin suyu çekme kuvvetidir yani toprağın yüzeyinin suyu çekme işlemidir. Su, toprak parçacıklarının iç ve dış yüzeyinde bulunan elektriksel alanlardaki elektrostatik kuvvetlerle tutulmaktadır. Havadaki tozlarda bile bulunan bu su, çok az hareket eder. Bu nedenle bitkiler için faydalı değildir. Bitkiler de bunu bilircesine bu suyu bünyelerine almazlar. Diğer işlem ise kohezyon olarak adlandırılır. Adhezyondan farklı olarak, su moleküllerinin birbirini çekme işlemidir. Su molekülleri arasındaki hidrojen, iyonu bağlayıcı görev görür ve böylece kohezyon suyu toprak parçacıklarını bir film gibi sarar. Adhezyon suyuna göre hareketli ve enerjisi de fazladır. Toprakta suyun tutulması suyun toprak içindeki basıncına bağlıdır. Suya doymuş topraklardaki su, basınç altındadır. Böylece gözeneklerdeki su yüksek basınçtan alçak basınca doğru yerçekiminin de etkisiyle kolaylıkla akmaktadır. Bu yüzden bu topraklarda belli aralıklarla açılan çukurlar ile suyun basıncı düşürülür. Suya doymuş olmayan topraklarda ise suyun hareketi çok yavaştır ve genelde toprak parçacığını saran film tabakasındadır. Sizler için hazırladığımız bu yazımızda vurgulanan her bilgi göstermektedir ki, dilediği herşeyi dilediği anda ve benzersiz bir şekilde yaratan Cenab-ı Allah, bir avuç toprakta bile bize Kendi varlığının ve benzersiz yaratışının delillerini göstermektedir. Haşr Suresi’nde buyrulduğu gibi, Cenab-ı Allah her şeyi en güzel şekilde yaratmaktadır: “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)
Bir Kuran Mucizesi: Toprağın Titreşip Kabarması ...
Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5) Yukarıdaki ayette "titreşir" olarak çevrilen kelimenin Arapçası "ihtezzet"tir ve bu kelime "harekete geçmek, canlanmak, titreşmek, kıpırdamak, kımıldamak, bitkinin harekete geçmesi ve uzaması" anlamlarına gelir. "Kabarır" olarak çevrilen "rebet" kelimesi ise "artmak, fazlalaşmak, kabarmak, büyümek, gelişmek, (bitkinin) yükselmesi, erzak sağlamak, şişmek, içi hava dolmak" anlamlarına gelir. Ayette geçen bu kelimeler yağmur esnasında, toprağın moleküler yapısındaki değişiklikleri en uygun kelimelerle tarif etmektedir. Ayette tarif edilen hareketlilik, yerkabuğunun depremler sırasında olduğu gibi toplu hareketinden farklıdır ve toprağı oluşturan parçacıkların titreşmesi olarak ifade edilmektedir. Toprak parçacıkları birbiri üzerine geçen katmanlardan oluşur ve su bu katmanların arasına nüfuz ettiğinde, toprak parçacıklarının hacimce büyümesine, kabarmasına sebep olur. Ayette haber verilen aşamalar bilimsel olarak şu şekildedir:
Toprağın titreşmesi:
Toprak yağmur suyunu yeteri miktarda emdiğinde, toprak parçacıklarının yüzeyinde oluşan elektrostatik yük, dengesizliğe sebep olur, ki bu da parçacıkların titreşmesine yol açar. Bu titreşim parçacıkların elektriksel yükü dengelenene kadar devam eder. Toprak parçacıklarının hareketlenip titreşmesi su parçacıklarıyla çarpışmasından da kaynaklanır. Su parçacıklarının hareketi belli bir yönde değildir. Her yönden çarpan su, toprak parçacıklarının yerlerini değiştirmesine sebep olur. Bu hareketlilik günümüzde "Brown hareketi (Brownian movement)" olarak bilinen ve 1827'de Robert Brown adında İskoçyalı bir botanikçinin tarif ettiği mikroskobik parçacıkların hareketliliğidir.(1 Brian J. Ford, "Brownian Movement in Clarkia Pollen: A Reprise of the First Observations", The Microscope, 1992, vol. 40, no. 4, ss. 235-241; (Brian J. Ford, "Brownian Movement in Clarkia Pollen: A Reprise of the First Observations", The Microscope, 1992, vol. 40, no. 4, ss. 235-241) Brown, yağmur damlaları toprağa düştüğünde, toprak moleküllerinde bir tür silkelenme ve titreşim meydana getirdiğini keşfetmiştir.
Toprağın kabarması:
Yağmur yağdığında farklı yönlerden gelen su damlaları, toprak parçacıklarının titreşmesine, böylece su emerek hacimlerinin genişlemesine yol açar. Çünkü su bol miktarda olduğunda toprak parçacıklarının arasındaki mesafe artar. Bu boşluklar su parçacıklarının ve erimiş iyonların toprağın içine girişine olanak sağlar. Su ve suyun içinde erimiş şekilde yer alan diğer besleyici maddeler katmanlar arasında yayılır. Bu da toprak parçacıklarının hacminde büyümeye sebep olur. Dolayısıyla bu parçacıklar toprağı canlandırmak için gereken su deposu olarak işlev görürler. Yerçekimine rağmen suyun sızmadan, toprak parçacıkların katmanları arasında depolanması Cenab-ı Allah'ın insanlar üzerindeki sonsuz rahmetinin örneklerinden biridir. Eğer toprağın suyu tutma özelliği olmasaydı ve toprakta bu mineral depoları oluşmasaydı, su toprağın derinliklerine sızacak ve bitkiler kısa zamanda ölecekti. Ancak Rabbimiz toprağı çeşitli ürünler çıkmasını mümkün kılacak özelliklerle birlikte yaratmıştır.
Toprağın ürün vermesi:
Topraktaki su yeterli miktara ulaştığında, tohumlar aktif hale gelir ve basit besleyici elementleri emmeye başlarlar. Gittikçe gelişen bitkiler, su ihtiyaçlarını 2-3 ay boyunca bu depolardan elde ederler. Kuru toprağa yağmur düştüğünde oluşan olaylar, yukarıdaki ayette üç aşamalı olarak anlatılmaktadır: Toprağın titreşmesi, toprağın kabarması ve toprağın ürün vermesi. Görüldüğü gibi Kuran Kerim'de günümüzden 14 yüzyıl önce bildirilen bu aşamalar, bilimsel açıklamalarla tam bir paralellik içindedir. Bir başka ayette ise ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır: “Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.” (Yasin Suresi, 33)
YAŞAM DERGİSİ 7 (Müminin Nimetler Karşısındaki Tutumu Nasıl Olmalıdır?)
Alışkanlığın getirdiği bakış açısını bir kenara koyarak, hikmetli bir biçimde çevrelerini gözlemleyen müminler, algıladıkları herşeyin Cenab-ı Allah'tan gelen bir nimet olduğunu kavrarlar. Gözlerinin, kulaklarının, bedenlerinin, yedikleri tüm besinlerin, soludukları temiz havanın, evlerinin, mallarının, sahip olduklarının, mikroorganizmalardan yıldızlara kadar herşeyin hizmetlerine verildiğini anlarlar. Öyle ki, bu nimetler sayılamayacak kadar çokturlar. "Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız; gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nahl Suresi, 18) ayetinde Rabbimizin bildirdiği gibi, nimetleri sınıflara ayırarak saymak bile mümkün değildir. Mümin, meşru ölçülerde kendisine sunulan tüm dünya nimetlerinden yararlanır, ama bunlara aldanarak asla Allah'ı, ahireti ve Kuran ahlakına göre yaşamayı unutmaz. Eline ne kadar iyi imkanlar geçerse geçsin (lüks, para, iktidar gibi), bu durum onun gevşemesine, şımarmasına, kibirlenmesine, kısacası Kuran ahlakını terk etmesine sebep olmaz. Çünkü bunların tamamının Allah'tan gelen birer nimet olduğunun ve Allah dilerse bunları geri alabileceğinin farkındadır. Dünyadaki nimetlerin geçici ve sınırlı olduğunu, bu nimetlerle denendiğini, asıllarının ise cennette olduğunu aklından çıkarmaz. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için mal, mülk, mevki gibi dünya nimetleri yalnızca Allah'a yakınlaşması ve şükretmesi için birer vesiledir. Ona göre, geçici bir süre yararlandırıldığını bildiği dünya nimetlerine sahip olmak hiçbir zaman bir amaç değildir. Örneğin, dünya hayatında kullanılabilecek en uzun süreli nimetlerden biri olan bir evin sağlayacağı fayda, insanın ortalama 60-70 yıllık ömrü süresince olacaktır. İnsan, dünya hayatı sona erince, sahip olabilmek için hayatı boyunca çalıştığı, çok sevdiği, değer verdiği evini dünyada bırakıp gidecektir. Açıktır ki ölüm, dünya nimetleri ile insanın arasında kesin bir ayrılık demektir. Mümin kendisine verilen nimetlerin gerçek ve tek sahibinin Allah olduğunu, bunların yalnızca O'ndan geldiğini bilir. Bu nimetleri var eden Rabbimize gereği gibi şükretmek, memnuniyetini ve minnettarlığını belirtmek için elinden geleni yapar. Sayısız nimete karşılık sözlü ve fiili olarak sürekli bir şükür halinde bulunmaya, Allah'ın nimetlerini anmaya, hatırda tutmaya ve anlatmaya çaba harcar. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 5-11)
YAŞAM DERGİSİ 7 (Filistin'deki Zulüm Karşısında Müslümanlara Düşen Sorumluluk)
Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı hakimiyetinden çıkan Filistin, bu dönemden sonra bir daha barış ve huzura kavuşamamıştır. Yaklaşık bir asırdır binlerce masum insan bölgede yaşanan terörün, katliamların, kıyımların ve işkencelerin sonunda hayatını yitirmiş, pek çok insan da sakat kalmıştır. Hiçbir suçu olmayan milyonlarca Filistinli yalnızca Müslüman oldukları için evlerinden ve yurtlarından sürülüp, mülteci kamplarında, açlık sınırında, sefalet içinde yaşamaya mahkum edilmiştir. Filistin'de 2008 yılının sonlarında tekrar alevlenen bu insanlık dışı olaylar, bugün tüm şiddeti ile hala devam etmektedir. Dünyanın her bölgesinde zulüm gören Müslümanların huzura ve güvenliğe kavuşması için vicdan sahibi her Müslümana düşen, tüm şiddet olaylarının kökeni olan dinsizliğin ortadan kaldırılması ve din ahlakının tüm dünyaya yayılması için samimi bir dua ve çaba sahibi olmasıdır. Müslüman Filistin halkının tüm dünyanın gözleri önünde ezilip zulüm görmesi, tüm Müslümanları yakından ilgilendiren bir trajedidir. Filistin'de sivil halk her gün kurşunlara hedef olur, milyonlarca insan onlarca yıldır mülteci kamplarında açlık ve sefalet içinde yaşar, pek çok Müslüman da hapishanelerde türlü işkencelere maruz kalırken, Cenab-ı Allah'a inanan ve ahiret gününün hesabından korkan her Müslümanın yerine getirmesi gereken çok büyük yükümlülükler vardır. Vicdan sahibi her insanın, Filistin'de yaşanan zulmü göz önünde bulundurması gerekmektedir. Bu zulmün ve acımasızlığın haberlerini her gün gazetelerden okuyor, televizyonlardan izliyorken hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam etmenin sorumluluğu kuşkusuz Cenab-ı Allah'ın Katında büyük olur. Nitekim Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Allah vicdanının sesini dinleyen ve iman eden her insana bu sorumluluğunu hatırlatmakta ve zayıf bırakılmış olanlar için mücadele etmeleri gerektiğini bildirmektedir: "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve 'Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına çaba göstermiyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) Bu emri bilen ve zulüm gören insanların yardımına koşmak isteyenlerin üzerine düşen sorumluluk ise "Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bildirilmektedir. Dünya üzerindeki pek çok Müslüman, anti-İslami güçlerin baskı ve işkenceleri ile "ateş altında" iken, diğer Müslümanlar, bu mazlumların sesini dünyaya duyurmak, onlara zulmeden güçleri deşifre etmek, bu güçlerin fikri temellerini çürütmek, İslam ahlakını yaymak için çalışmaya devam etmek ve İslam aleyhindeki her türlü propagandayı fikri mücadeleyle etkisiz hale getirmek gibi görevlerle sorumludur. Filistin'de öldürülen, yaralanan, zulüm gören her Müslüman, bize bu görevi bir kez daha hatırlatmalıdır. Müslümanların bu görevi yerine getirmeleriyle birlikte, İslam ahlakına düşman olan her türlü ideoloji ve sistem de en temel noktasından yıkılacaktır. Zira Cenab-ı Allah'ın "De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81) ayeti gereği, hakkın ortaya konmasıyla birlikte, batıl sistemlerin yok olması Cenab-ı Allah'ın izniyle kaçınılmazdır. Filistin halkının huzur, güvenlik, barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı günler Allah'ın izniyle gelecektir. Ancak bu, Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü Kuran-ı Kerim'de insanların hayır yapmak için birbiriyle yarıştığı, barışı savunduğu, affedici ve hoşgörülü olduğu, sevgiyi, saygıyı ve merhameti ön planda tuttuğu bir ahlak tarif edilmektedir. Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda şiddetin, kavganın, çatışmanın barınması mümkün değildir. Dahası, Kuran ahlakı gereği gibi yaşandığında ve birlik ruhuyla hareket edildiğinde Müslümanların arasındaki dayanışma artacak ve Cenab-ı Allah'ın izniyle zulme karşı hep birlikte fikri mücadele etme gücüne kavuşacaklardır. Bu nedenle Kuran ahlakının yaşanması ve yayılması, yalnızca Filistin'de değil, dünyanın dört bir köşesinde yaşanan zulümlerin de sona ermesinin yolunu açacaktır.
YAŞAM DERGİSİ 7 (Cinler Hakkında Kuran-ı Kerim'de Verilen Bilgiler)
Kuran-ı Kerim’de, Cinlerin yaratılışları, insanlarla olan ilişkileri, nasıl yaşadıkları gibi pek çok konuda bilgi yer almaktadır. Cinler kendi aralarında birçok farklı gruplardan oluşmuşlardır. Bazıları samimi Müslüman, bazıları müşrik, bazıları Allah’a karşı yalan söyleyenlerdir. Cin Suresi’nin devamında iman eden cinlerin, cin topluluğu hakkında şu bilgileri verdiği bildirilmektedir: “Gerçek şu ki, bizden salih olanlar vardır ve bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz. Biz, şüphesiz Allah’ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de Onu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık. Elbette biz, o yol gösterici (Kuran’ı) işitince ona iman ettik...” (Cin Suresi, 11-13) “Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56)
Cinler Ateşten Yaratılmışlardır
Kuran-ı Kerim’de cinlerin ateşten yaratıldıkları bildirilir. Konu ile ilgili ayetler şu şekildedir: Cannı (cinni) da yalın-dumansız bir ateşten yarattı. (Rahman Suresi, 15) Ve Cannı da daha önce nüfuz eden kavurucu ateşten yaratmıştık. (Hicr Suresi, 27)
Cinlerin de Geçmiş Ümmetleri Vardır
Kuran-ı Kerim ayetleri incelendiğinde, cinlerin de aynı insan toplulukları gibi bir hayatları olduğu anlaşılmaktadır. Ayetlerde cinlerin de gelmiş ve geçmiş ümmetleri olduğu bildirilmektedir. Onların da soyları, ataları bulunmaktadır. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin."... ” (Araf Suresi, 38)
Cinler de Cenab-ı Allah’a İbadet Etmekle Sorumludurlar
Allah cinlerin yaratılış amacını “Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bildirmiştir. Onlar da elçiler ve elçilere indirilen kitaplar vasıtasıyla uyarılıp korkutulmakta, dünya hayatında nasıl davranışlarda bulunacaklarıyla denenmekte, ibadet ve itaat etmekte, bunun sonucunda da Allah’tan bir karşılık bulmaktadırlar: Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: Nefislerimize karşı şahadet ederiz derler. Dünya hayatı, onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler. (Enam Suresi, 130) Ayette de bildirildiği gibi cinlerle insanların imtihanları birbirine çok benzemektedir. Onların bazıları da dünya hayatının geçici süslerine aldanmakta, uyarıldıkları halde hidayet yolundan uzaklaşmaktadırlar.
Cinler Peygamberlerin Tebliğlerini Dinlerler
Ayetlerden, cinlerin peygamberlerin tebliğlerini dinledikleri, Kuran-ı Kerim okunurken onu dinledikleri ve öğrendikleriyle kendi kavimlerini uyardıkları anlaşılmaktadır. Allah Ahkaf Suresi’nde cinlerin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in tebliğini dinlediklerini şöyle bildirir: Hani cinlerden birkaçını, Kuran dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: Kulak verin; sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. Dediler ki: Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve doğru olan yola yöneltip-iletmektedir. (Ahkaf Suresi, 29-30)
Cin Topluluğunun Bir Kısmı İman Eder Bir Kısmı İman Etmez
Ayetlerde cinlerden bir kısmının Allah’a iman edip, hidayet yoluna uydukları bildirilirken, bir kısmının da iman etmedikleri haber verilir. Cinlerden iman eden Müslümanlar, Allah’ı tesbih edip yücelten, Ona hiç kimseyi ortak koşmayan varlıklardır. Kuran-ı Kerim’e karşı büyük bir hayranlık duymakta, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uymaktadırlar. Müslüman cinlerin Kuran-ı Kerim okunurken dinledikleri ayetlerde şöyle bildirilmiştir: De ki: Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: Doğrusu biz (büyük) hayranlık uyandıran bir Kuran dinledik. O (Kuran,) gerçeğe ve doğruya yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Elbette Rabbimiz'in Şanı Yücedir. O ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. (Cin Suresi, 1-3) Cinler kendi aralarında iman etmeyen cinlerin de olduğunu bilmektedirler ve Kuran-ı Kerim’de bildirildiğine göre bu durumu şu şekilde ifade etmektedirler: Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz Allah’a karşı bir sürü saçma şeyler söylemişler. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık. (Cin Suresi, 4-5)
Cinlerden İnkarcı Olanlar Cehennemle Karşılık Göreceklerdir
Cinler de aynı insanlar gibi Allah’ın kitabıyla sorumlu kılınan varlıklardır. Onlar da tüm yapıp ettiklerinden Allah’a hesap verecek ve yaptıklarıyla hiçbir haksızlığa uğramadan karşılık bulacaklardır. Allah’ın varlığına iman etmeyip zulmedenlerin sonunu ise Cenab-ı Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir: Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır. (Cin Suresi, 15) ... Andolsun cehennemi cinlerden ve insanlardan (kafirlerin) tümüyle dolduracağım. (Hud Suresi, 119)
Cinler Hz. Süleyman (as)'a Hizmet Etmişlerdir
Ayetlerden Cenab-ı Allah’ın dilemesiyle cinlerle insanların görüşebilecekleri, hatta cinlerin insanların emrine girebilecekleri anlaşılmaktadır. Allah Hz. Süleyman (as)’ın emrine cinleri vermiş, Hz. Süleyman (as) onları türlü işlerinde kullanmıştır. Kuran-ı Kerim’de bu durum şöyle bildirilmiştir: Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 17)
Cinlerin Gaybtan Yana Bir Bilgileri Yoktur
Cinler hakkında Kuran-ı Kerim’de bildirilen başka önemli bir bilgi ise, cinlerin geleceğe dair haberleri bilmedikleridir. Bu yüzden cinlerin -Cenab-ı Allah’ın dilemesi dışında- insanlara gaybtan haber vermeleri de mümkün değildir. Nitekim “... Artık o, yere yıkılıp- düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı.” (Sebe Suresi, 14) ayetinde haber verildiği gibi, cinlerin Hz. Süleyman (as)’ın ölümünden sonradan haberdar olmaları bunun bir delilidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Neml Suresinin 65. ayetinde bildirildiği gibi; “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez...”
Cinleri İlah Edinenler Cehennem Azabıyla Cezalandırılacaklardır
Hem insanları yoldan saptıran cinler, hem de cinleri Allah’a şirk koşanlar; bu yaptıklarına karşılık olarak Allah onları sonsuz cehennem azabıyla cezalandıracaktır. Dünya hayatlarında cinlerin yaldızlı sözlerine kananlar ahirette çok büyük bir yanılgıya düştüklerini anlayacaklardır. Çünkü o gün tüm şirk koştukları kimseler kendilerinden uzaklaşacak, Allah’ın karşısında yapayalnız, tek başlarına olduklarını kavrayacaklardır. Cehennem azabıyla karşılık bulacaklarını anladıklarında ise Kuran’ı Kerim’de şu şekilde yalvaracakları haber verilmektedir: İnkâr edenler dediler ki: Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar. (Fussilet Suresi, 29) Bir diğer ayette ateşin onlar için süresiz bir konaklama yeri olduğunu Rabbimiz şu şekilde bildirmektedir: Onların tümünü toplayacağı gün: Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık. (Allah) Diyecek ki: Allah’ın dilediği dışta olmak üzere ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir. Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
Cinler Cenab-ı Allah'ın Kontrolu Altındadır
Unutulmamalıdır ki cinler tıpkı insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için Allah’ın yarattığı varlıklardır. Kendilerine ait hiçbir güçleri yoktur, Allah’ın izni olmaksızın hiç kimseye zarar veremeyecekleri gibi yarar da sağlamaları mümkün değildir. Onlar da tüm insanlar gibi dünya hayatında imtihan olmaktadırlar ve yapıp ettikleriyle ahirette karşılık göreceklerdir. Cinleri farklı bir alemde yaratan, alemlerin, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Hakimi, alemlerden müstağni olan Cenab-ı Allah’tır. De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) ilahına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6) İman eden cinler Allah’tan güzel bir karşılıkla müjdelenmişlerdir: “... Artık kim Rabbine iman ederse o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından. Ve elbette, bizden Müslüman olanlar da var zulmedenler de. İşte ( Allah’a) teslim olanlar artık onlar gerçeği ve doğruyu araştırıp-bulanlardır.” (Cin Suresi, 13-14)
Allah Bazı Kuran Ayetlerinde İnsanlara ve Cinlere Birlikte Hitap Etmiştir
Allah, birçok Kuran ayetinde cinlere ve insanlara birlikte hitap etmekte, çeşitli öğütlerde bulunmakta ve onları cehennem azabıyla korkutmaktadır. Araf Suresinin 38. ayetinde Allah ”Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin...” şeklinde buyurmaktadır. Hz. Muhammed (sav)’e bir hidayet rehberi olarak indirilen Kuran’ı yalanlayan cin ve insan topluluklarının durumu ise İsra Suresinde şöyle bildirilmektedir: De ki: Eğer bütün ins ve cin (toplulukları,) bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler. (İsra Suresi, 88) Allah’ın cinlere ve insanlara birlikte hitap ettiği diğer ayetlerden bazıları şu şekildedir: İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi, 18) Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Cinler Ateşten Yaratılmışlardır
Kuran-ı Kerim’de cinlerin ateşten yaratıldıkları bildirilir. Konu ile ilgili ayetler şu şekildedir: Cannı (cinni) da yalın-dumansız bir ateşten yarattı. (Rahman Suresi, 15) Ve Cannı da daha önce nüfuz eden kavurucu ateşten yaratmıştık. (Hicr Suresi, 27)
Cinlerin de Geçmiş Ümmetleri Vardır
Kuran-ı Kerim ayetleri incelendiğinde, cinlerin de aynı insan toplulukları gibi bir hayatları olduğu anlaşılmaktadır. Ayetlerde cinlerin de gelmiş ve geçmiş ümmetleri olduğu bildirilmektedir. Onların da soyları, ataları bulunmaktadır. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin."... ” (Araf Suresi, 38)
Cinler de Cenab-ı Allah’a İbadet Etmekle Sorumludurlar
Allah cinlerin yaratılış amacını “Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle bildirmiştir. Onlar da elçiler ve elçilere indirilen kitaplar vasıtasıyla uyarılıp korkutulmakta, dünya hayatında nasıl davranışlarda bulunacaklarıyla denenmekte, ibadet ve itaat etmekte, bunun sonucunda da Allah’tan bir karşılık bulmaktadırlar: Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: Nefislerimize karşı şahadet ederiz derler. Dünya hayatı, onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler. (Enam Suresi, 130) Ayette de bildirildiği gibi cinlerle insanların imtihanları birbirine çok benzemektedir. Onların bazıları da dünya hayatının geçici süslerine aldanmakta, uyarıldıkları halde hidayet yolundan uzaklaşmaktadırlar.
Cinler Peygamberlerin Tebliğlerini Dinlerler
Ayetlerden, cinlerin peygamberlerin tebliğlerini dinledikleri, Kuran-ı Kerim okunurken onu dinledikleri ve öğrendikleriyle kendi kavimlerini uyardıkları anlaşılmaktadır. Allah Ahkaf Suresi’nde cinlerin Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in tebliğini dinlediklerini şöyle bildirir: Hani cinlerden birkaçını, Kuran dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: Kulak verin; sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. Dediler ki: Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve doğru olan yola yöneltip-iletmektedir. (Ahkaf Suresi, 29-30)
Cin Topluluğunun Bir Kısmı İman Eder Bir Kısmı İman Etmez
Ayetlerde cinlerden bir kısmının Allah’a iman edip, hidayet yoluna uydukları bildirilirken, bir kısmının da iman etmedikleri haber verilir. Cinlerden iman eden Müslümanlar, Allah’ı tesbih edip yücelten, Ona hiç kimseyi ortak koşmayan varlıklardır. Kuran-ı Kerim’e karşı büyük bir hayranlık duymakta, Allah’ın emir ve tavsiyelerine uymaktadırlar. Müslüman cinlerin Kuran-ı Kerim okunurken dinledikleri ayetlerde şöyle bildirilmiştir: De ki: Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: Doğrusu biz (büyük) hayranlık uyandıran bir Kuran dinledik. O (Kuran,) gerçeğe ve doğruya yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimiz'e hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Elbette Rabbimiz'in Şanı Yücedir. O ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. (Cin Suresi, 1-3) Cinler kendi aralarında iman etmeyen cinlerin de olduğunu bilmektedirler ve Kuran-ı Kerim’de bildirildiğine göre bu durumu şu şekilde ifade etmektedirler: Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz Allah’a karşı bir sürü saçma şeyler söylemişler. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemeyeceklerini sanmıştık. (Cin Suresi, 4-5)
Cinlerden İnkarcı Olanlar Cehennemle Karşılık Göreceklerdir
Cinler de aynı insanlar gibi Allah’ın kitabıyla sorumlu kılınan varlıklardır. Onlar da tüm yapıp ettiklerinden Allah’a hesap verecek ve yaptıklarıyla hiçbir haksızlığa uğramadan karşılık bulacaklardır. Allah’ın varlığına iman etmeyip zulmedenlerin sonunu ise Cenab-ı Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir: Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır. (Cin Suresi, 15) ... Andolsun cehennemi cinlerden ve insanlardan (kafirlerin) tümüyle dolduracağım. (Hud Suresi, 119)
Cinler Hz. Süleyman (as)'a Hizmet Etmişlerdir
Ayetlerden Cenab-ı Allah’ın dilemesiyle cinlerle insanların görüşebilecekleri, hatta cinlerin insanların emrine girebilecekleri anlaşılmaktadır. Allah Hz. Süleyman (as)’ın emrine cinleri vermiş, Hz. Süleyman (as) onları türlü işlerinde kullanmıştır. Kuran-ı Kerim’de bu durum şöyle bildirilmiştir: Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 17)
Cinlerin Gaybtan Yana Bir Bilgileri Yoktur
Cinler hakkında Kuran-ı Kerim’de bildirilen başka önemli bir bilgi ise, cinlerin geleceğe dair haberleri bilmedikleridir. Bu yüzden cinlerin -Cenab-ı Allah’ın dilemesi dışında- insanlara gaybtan haber vermeleri de mümkün değildir. Nitekim “... Artık o, yere yıkılıp- düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı böylesine aşağılanıcı bir azab içinde kalıp-yaşamazlardı.” (Sebe Suresi, 14) ayetinde haber verildiği gibi, cinlerin Hz. Süleyman (as)’ın ölümünden sonradan haberdar olmaları bunun bir delilidir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Neml Suresinin 65. ayetinde bildirildiği gibi; “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez...”
Cinleri İlah Edinenler Cehennem Azabıyla Cezalandırılacaklardır
Hem insanları yoldan saptıran cinler, hem de cinleri Allah’a şirk koşanlar; bu yaptıklarına karşılık olarak Allah onları sonsuz cehennem azabıyla cezalandıracaktır. Dünya hayatlarında cinlerin yaldızlı sözlerine kananlar ahirette çok büyük bir yanılgıya düştüklerini anlayacaklardır. Çünkü o gün tüm şirk koştukları kimseler kendilerinden uzaklaşacak, Allah’ın karşısında yapayalnız, tek başlarına olduklarını kavrayacaklardır. Cehennem azabıyla karşılık bulacaklarını anladıklarında ise Kuran’ı Kerim’de şu şekilde yalvaracakları haber verilmektedir: İnkâr edenler dediler ki: Rabbimiz cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar. (Fussilet Suresi, 29) Bir diğer ayette ateşin onlar için süresiz bir konaklama yeri olduğunu Rabbimiz şu şekilde bildirmektedir: Onların tümünü toplayacağı gün: Ey cin topluluğu insanlardan çoğunu (ayartıp kendinize kullar) edindiniz (diyecek). İnsanlardan onların dostları derler ki: Rabbimiz, kimimiz kimimizden yararlandı ve bizim için tespit ettiğin süreye ulaştık. (Allah) Diyecek ki: Allah’ın dilediği dışta olmak üzere ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir. Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
Cinler Cenab-ı Allah'ın Kontrolu Altındadır
Unutulmamalıdır ki cinler tıpkı insanlar gibi Allah’a kulluk etmek için Allah’ın yarattığı varlıklardır. Kendilerine ait hiçbir güçleri yoktur, Allah’ın izni olmaksızın hiç kimseye zarar veremeyecekleri gibi yarar da sağlamaları mümkün değildir. Onlar da tüm insanlar gibi dünya hayatında imtihan olmaktadırlar ve yapıp ettikleriyle ahirette karşılık göreceklerdir. Cinleri farklı bir alemde yaratan, alemlerin, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Hakimi, alemlerden müstağni olan Cenab-ı Allah’tır. De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) ilahına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6) İman eden cinler Allah’tan güzel bir karşılıkla müjdelenmişlerdir: “... Artık kim Rabbine iman ederse o ne (ecrinin) eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğrayacağından. Ve elbette, bizden Müslüman olanlar da var zulmedenler de. İşte ( Allah’a) teslim olanlar artık onlar gerçeği ve doğruyu araştırıp-bulanlardır.” (Cin Suresi, 13-14)
Allah Bazı Kuran Ayetlerinde İnsanlara ve Cinlere Birlikte Hitap Etmiştir
Allah, birçok Kuran ayetinde cinlere ve insanlara birlikte hitap etmekte, çeşitli öğütlerde bulunmakta ve onları cehennem azabıyla korkutmaktadır. Araf Suresinin 38. ayetinde Allah ”Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin...” şeklinde buyurmaktadır. Hz. Muhammed (sav)’e bir hidayet rehberi olarak indirilen Kuran’ı yalanlayan cin ve insan topluluklarının durumu ise İsra Suresinde şöyle bildirilmektedir: De ki: Eğer bütün ins ve cin (toplulukları,) bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler. (İsra Suresi, 88) Allah’ın cinlere ve insanlara birlikte hitap ettiği diğer ayetlerden bazıları şu şekildedir: İşte bunlar, cinlerden ve insanlardan kendilerinden evvel gelip-geçmiş ümmetler içinde (azab) sözü üzerlerine hak olmuş kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır. (Ahkaf Suresi, 18) Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
YAŞAM DERGİSİ 7 (Pijamalı Atlar: Zebralar)
İlk bakışta atı hatırlatan zebralara, pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar. Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir fark vardır. Sizin de bildiğiniz gibi, zebranın tüm bedeninde siyah beyaz düzgün çizgiler vardır. Bu çizgilerin her zebrada farklı olduğunu biliyor muydunuz? Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.
Zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki asalak böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşları, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına yol açan böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.
Allah'ın koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma duyularının çok hassas olmasıdır. Duyu organlarının hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarını sağlar. İkincisi de, sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın tehlikelere karşı korunmak için nöbetçi kalmasıdır. Zebraların, sürüler halinde uyum içinde yaşamaları ve belirli bir iş bölümü yapmaları birer yaratılış delilidir. Dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için ise, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile güçsüz bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. Cenab-ı Allah zebra yavrusuna annesinin yanında güvende olacağını ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu bilemezdi.
Zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki asalak böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşları, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına yol açan böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.
Allah'ın koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma duyularının çok hassas olmasıdır. Duyu organlarının hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarını sağlar. İkincisi de, sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın tehlikelere karşı korunmak için nöbetçi kalmasıdır. Zebraların, sürüler halinde uyum içinde yaşamaları ve belirli bir iş bölümü yapmaları birer yaratılış delilidir. Dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için ise, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile güçsüz bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. Cenab-ı Allah zebra yavrusuna annesinin yanında güvende olacağını ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu bilemezdi.
YAŞAM DERGİSİ 7 (Allah'ın İsimleri: El Hasip)
Hesap Gören Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Ahzab Suresi, 39) Cenab-ı Allah insanı yaratır ve henüz o anne karnındayken ona suret verir. Her insanı bambaşka bir yaratılışla dünyaya getirir. Daha hiçbir şeyin şuurunda değilken insanı Allah korur, beslenmesini ve gelişmesini sağlar. Anne karnında geçen dokuz aylık süre insan için karanlık bir devredir. Hiç kimse bu dönemi ve dokuz ay içinde Allah'ın kendisi için nasıl mucizeler yarattığını bilmez. Fakat Allah, daha insan tek bir hücreyken bile onun ilk haline şahittir. Çocukluk dönemi de aynı şekildedir. İnsanın hafızasında çocukluğuyla da ilgili yalnızca birkaç anı kalır. Ama Allah, o bilmezken bile her an yanındadır, her yaptığına şahittir. Allah'ın şahit olduğu yalnızca insanın amel olarak yaptıkları değil, aynı zamanda içinden geçirdikleridir de. Çünkü Allah insanın hem içine hem dışına kısaca ruhuna tam anlamıyla hakimdir. O, nefsini koruyarak neyi, ne için yaptığını bilmezken Allah onun her hareketini ne amaçla yaptığını bilir. İnsan gizlenmiş tek bir hücre halindeyken de, ölmek üzere son nefesini verirken de Cenab-ı Allah onun yaptıklarına şahittir. Dünyada yaşadığı süre boyunca otururken, konuşurken, yemek yerken, uyurken, gece gündüz her saniye işlediklerini tüm ayrıntılarıyla bilir, ağzından çıkan her konuşmayı, her lafı işitir, aklından geçirdiği her düşünceyi tespit eder. Hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz. Oysa insan hayatı boyunca yaptığı işleri, söylediği sözleri unutur. Yıllar geçtikçe zihnindeki anılar netliğini kaybeder. Geçmişte yaşadıklarını saymaya kalksa çok az detay hatırlayabilir. On yıl önce yaşadığı bir olay kendisine hatırlatılıp o an ne düşündüğü sorulsa hiçbir şey hatırlayamaz. Sanki bütün yaşadıkları zihninden silinmiş gibidir, geriye çok az bir bölüm kalmıştır. Allah ise bütün insanların hayatları boyunca yaptıklarını, her saniye ne düşündüklerini bilir. Hesap günü herkesin önüne kötülüklerini, iyiliklerini, salih amellerini ve günahlarını eksiksiz getirir. Bu yüzden insanın yapması gereken, Cenab-ı Allah'ın kendisine şahit olduğunu asla unutmamasıdır. Allah'ın Hasib sıfatı ayetlerde şöyle haber verilmektedir: Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86) Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 6)
YAŞAM DERGİSİ 7 (Allah'ın İsimleri: El Halik)
Herşeyin varlığı ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hadiseleri tespit ve tayin eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45) Bir arı kovanındaki tüm arılar görevlerini eksiksiz yerine getirirler. İşçi arılar kovanın yapımında çalışır, kovanı havalandırarak derecesini hep sabit tutarlar, kovana çiçeklerden topladıkları besinleri getirirler. Kraliçe arı ise kovanın içinde sabit kalarak soyun devamını sağlar. Bir sivrisinek yumurtadan çıktığında erişkin haline hiç benzemez. Sivrisinek larvası gelişimini tamamlayana kadar 4 defa deri değiştirir. Pupa döneminin sonuna doğru derisi açılır ve erişkin sivrisinek pupanın içinden suya hiç değmeden çıkar. Yeryüzünde yaşayan sayısız canlıdan her birinin doğumunu, yaşamını ve ölümünü Cenab-ı Allah belirlemiştir. Bu canlılar, yaratıldıkları andan itibaren Allah'ın tespit ettiği ve emrettiği şekilde yaşamlarını sürdürürler. Kesinlikle Allah'ın kendileri için takdir ettiği görevin dışına çıkmazlar. Çöllerde +50 derecede yaşayan kertenkeleler de, kutuplarda -50 derecede yaşayan penguenler de, denizin binlerce metre altında yaşayan süngerler de Cenab-ı Allah’ın kontrolü altındadır. Onlardan önceki nesiller de aynı şekilde yaşamıştır, sonraki nesiller de aynı şekilde yaşayacaklardır. Çünkü tüm canlıları Allah yaratmış ve bu şekilde yaşamalarını takdir etmiştir. Onlar da kayıtsız şartsız bu hükme boyun eğmişlerdir. İnsan da kainatın küçük bir parçasıdır. Cenab-ı Allah insanı bir damla sudan yaratmış ve bir yaşam biçimi takdir etmiştir. Hiçbir insan kendi kararıyla yaşam süresini belirleyemez, yaşlanmayı ve ölümü durduramaz, acizliklerinden kurtulamaz. Tüm bunları belirleyen, dilediği şekilde yönlendiren Cenab-ı Allah'tır. Allah'ın gücünün benzersizliği ve herşeyi hakimiyeti altında tuttuğu Kuran-ı Kerim’de şöyle haber verilir: De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin Yaratıcısı'dır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16) Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülüyorsunuz." (Fussilet Suresi, 21)
8 Nisan 2009 Çarşamba
Yaşam Dergisi 7 (Şeytanın İnsanlara Kurduğu Gizli Tuzaklar)
İnsanın bu dünyadaki en büyük düşmanı olan şeytan, kendisi ile birlikte beraberinde çok sayıda kişiyi de cehenneme sürüklemeye ant içmiştir. Bu hedefi doğrultusunda insanı Cenab-ı Allah’a ibadet etmek, ahirete hazırlanmak gibi asıl düşünmesi gereken konulardan uzaklaştırmaya çalışır. Bu hedefini gerçekleştirmek için de çeşitli tuzaklar kurar. Şeytanın bu düşmanlığından sakınabilmek için, insanın öncelikle yapması gereken; onun yöntemlerini ve tuzaklarını öğrenmek ve bu tuzaklarına karşı hazırlıklı olmaktadır. Hz. Adem (as)'dan beri insanın dünya üzerindeki en büyük düşmanı şeytandır. Kuran-ı Kerim’de bildirildiğine göre şeytan, Hz. Adem (as) yaratıldığında Cenab-ı Allah'a itaat etmemiş ve tüm insanları Allah'ın yolundan saptırmaya ahdetmiştir. Allah, Kuran-ı Kerim'de şeytanın insanları doğru yoldan ayırmak için türlü yollar denediğini, onlara tuzaklar kurduğunu, dünya hayatını süslü ve çekici göstermeye çalıştığını bildirir. Bu nedenle müminlerin dünya hayatındaki imtihanları yalnızca nefisleriyle değil, aynı zamanda bu nefsi kışkırtan, onu saptırmak amacıyla son derece ayrıntılı plan ve tuzaklar kuran, ona sinsice telkinler veren şeytanladır. Kuran-ı Kerim'de "şeytanın fırkası" olarak bildirilen inkarcılar zaten doğru yoldan sapmış ve şeytana tabi olmuş bir kavim oldukları için, şeytanı asıl rahatsız eden müminlerin kararlı imanı ve üstün ahlakıdır. Bu yüzden en çok çabayı ve mücadeleyi, sonsuz bir kin ve kıskançlık beslediği müminleri saptırmak ve onları doğru yoldan çıkararak kendisi gibi cehenneme sürüklemek için sarf eder. Dolayısıyla Müslümanların öncelikle yapması gereken şeytanın yöntemlerini, nasıl mağlup edilebileceğini öğrenmektir. Şeytanın kurduğu tuzakların bilinmesi, onun oyunlarına karşı daha dikkatli olunması için Allah'ın izniyle bir vesile olacaktır.
Şeytanın Başlıca Tuzakları
İnsanları Allah'ın Adını Kullanarak Kandırmaya Çalışır
Öne sürdüğü her fikrin, insanların kalbine fısıldadığı her kötü düşüncenin, vicdanın doğruyu telkin eden sesiyle karşılık bulacağını bilen şeytan, bu duruma karşı farklı bir düzen geliştirmiştir. Gerçek kimliğini ve kötü niyetini gizleyebilmek için kimi zaman insanlara verdiği telkinleri vicdanlarının sesiymiş gibi göstermeye çalışır. Bunun için başvurduğu yöntem ise, onlara "Allah'ın adını kullanarak yaklaşması"dır. Şeytan vicdanen hassasiyet gösterilecek konuları, dini değerleri, insani öğeleri "hayır" adı altında kullanarak insanları kandırır. Yaptırmak istediği kötü bir davranışı, onlara meşru ve makul gösterecek birtakım bahaneler öne sürerek onları tam tersi bir ahlaka yöneltmeye çalışır. Söz konusu kişiler de şeytanın sunduğu bu bahaneleri çevrelerindeki insanlara karşı yaptıkları kötülükleri savunabilmek için samimiyetsizce kullanabilirler. İman eden insanların ise kendilerini yeterli görmelerini, yaptıkları bazı ibadetlerle yetinmelerini, kendilerini beğenip müstağni görmelerini sağlamaya çalışır. Onları güzel ahlaklı olduklarına, ellerinden gelenin en fazlasını yaptıklarına, güçlerinin bu kadarına yeteceğine inandırmaya çalışır. Kalplerinin temiz olmasının yeterli olacağını, Allah'ın kalplerindeki iyi niyeti yeterli görüp onlardan razı olacağını düşündürterek, onları samimiyetsizliğe itmek ister. Etrafa göre iyi olmalarının yeterli olacağını, çoğunlukla kıyaslandığında çok üstün bir ahlaka sahip olduklarını düşündürerek onları gevşekliğe sürüklemeye çalışır. Allah, Kuran ayetleriyle insanları şeytanın bu tuzağına karşı şöyle uyarmıştır: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6)
Allah'ın Affediciliğini Öne Sürerek İnsanı Günah İşlemeye Teşvik
Eder Allah sonsuz merhamet sahibidir ve tevbe edip Kendisi'nden bağışlanma dileyen her kulunun günahlarını affedebilir. Ama bir insanın, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemesi samimi bir davranış değildir. Böyle bir ahlakta süreklilik gösteren kimsenin kalbi zamanla katılaşıp duyarsızlaşabilir. Allah korkusuyla hareket etmemek, bu kişiyi daha pek çok kötülüğün içine de sürükleyebilir. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de "yakında bağışlanacağız" diyerek bile bile günah işleyen kimselerin örneğini vererek, insanları şeytanın böyle bir tuzağına karşı uyarmıştır: Onların ardından yerlerine Kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (A'raf Suresi, 169)
Gün İçerisinde İnsanı Olumsuz Düşüncelerle Oyalar
Şeytanın en sık kullandığı tuzaklarından biri, sürekli olumsuz düşünce telkini vermektir. Şeytan bu yöntemle insana her şeyi benzersiz kudret sahibi Allah’ın kontrol ettiğini unutturmayı, onu Cenab-ı Allah’ı anmaktan uzaklaştırarak boş düşünceler içinde oyalamayı hedefler. Allah’ın her şeyi bir kader doğrultusunda yarattığından gafil olan insanlar, hayatları boyunca daha ortada böyle bir durum yokken “Sevdiklerimin başlarına bir kaza veya felaket gelir onları kaybedersem”, “İşimi kaybedersem”, “Çocuğumun geleceği nasıl olacak?”, “Büyük bir doğal felaket olursa” gibi hep endişe ve korku dolu düşünceler içinde yaşarlar. Ancak bunlar şeytanın insana sanki kendi düşüncesiymiş gibi telkin ettiği olumsuz fikirlerdir. Aslında şeytanın gerçek amacı, insanı Allah’a olan tevekkülünden uzaklaştırmak ve kadere iman etmesini engellemektir. Çünkü kadere iman eden bir insan, ortada böyle bir durum yokken karamsarlığa düşmeyeceği gibi, böyle olumsuz gibi görünen bir durum yaşasa dahi başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz’in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)
İnsanları Tembelliğe Sürükler İ
nsanların çok büyük bir kısmı tembelliğin kendilerine konforlu bir hayat kazandıracağını zanneder. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü şeytan tembellik yöntemini kullanarak etkisi altına aldığı kişiye dünyada bulunuş amacını unutturmakta ve kişinin düşünmesini engelleyerek onu boş vermişliğe sürüklemektedir. Bu, şeytanın en büyük amacına ulaşmak -kendisiyle birlikte bütün insanları cehenneme sürüklemek- için kurduğu sinsi tuzaklardan biridir. Tembellik, pek çok kişi tarafından "küçük üşengeçlikler" olarak değerlendirildiği için çoğu zaman önemsenmez. Ne var ki bu da şeytanın bir kandırmacasıdır. Çünkü tembellik hem fiziki hem de zihinsel olarak şeytanın oluşturmaya çalıştığı bir etkidir. Bu nedenle her yönden arınılması gereken bir hastalıktır. Tembellik konusu yalnızca insan bedenini ilgilendiren bir konu olarak yani bir yerden bir yere gitmeye üşenmek, bir işi çok uzun sürede sonuçlandırmak, ağırdan almak gibi örnekler dahilinde düşünülmemelidir. Bunların yanı sıra herhangi bir konu üzerinde derin düşünmemek, her zaman kolay olanı seçmek, yenilikler yapmak yerine taklit etmeyi tercih etmek gibi karakter özellikleri ile ortaya çıkan düşünce tembelliği de şeytanın insan ruhunda yarattığı köklü bir bozukluktur.
İş İşten Geçti” Telkini Vermeye Çalışır
İnsan çeşitli sebeplerden dolayı günah işlemişse hemen samimi olarak tevbe edip bağışlanma dilemeli, Cenab-ı Allah'a sığınıp dua etmelidir. Şeytan muhakkak bu arada, “iş işten geçti, artık çok geç; bu kadar günahtan sonra kurtuluş olmaz” gibi çeşitli kışkırtmalarla o kişinin tevbe edip doğru yola yönelmesini engellemeye çalışacaktır. Şeytan bu şekilde insanı, kısa sürede büyük bir çöküşe ve daha büyük günahlara sürüklemek ister. Oysa Kuran ahlakına göre, ne kadar günah işlemiş olursa olsun hatasını fark edip samimi bir kalple Allah'tan bağışlanma dileyen bir kimse, Allah'ın kendisini bağışlamasını umabilir. Bu, Cenab-ı Allah'ın vaadi ve sonsuz merhametinin bir tecellisidir. Kuran-ı Kerim'de Rabbimiz'in kulları üzerindeki merhameti şöyle bildirilmiştir: De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.” (Zümer Suresi, 53–55)
İnsanların Arasına Kin ve Düşmanlık Sokar
Dünya var olduğundan beri süregelen tüm savaşlardan, kavgalardan en sıradan gibi görünen tartışmalara kadar her türlü düşmanlığın arkasında "şeytanın kışkırtmaları" vardır. Kuran ahlakının getirdiği merhamet, adalet, barış ve hoşgörü gibi yüksek değerlerden uzak yaşayan inkarcıların, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık beslemeleri son derece doğaldır. Ancak şeytan başka tuzaklar kurarak müminlerin arasına da kin ve nefret sokmaya çalışır. Bu şekilde onları zayıflatabileceğini ve bozulmaya uğratabileceğini zanneder. Allah bu tehlikeye karşı müminleri uyarmış ve çözüm yollarını göstermiştir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53)
Dünya Hayatına Dair Vaadlerde Bulunur
Şeytan insanları kandırmak için, karşısındakine boş vaadlerde bulunur. İman etmeyenler ya da imanları zayıf olan kişiler de bu vaadlere inanırlar. Oysa bu basit bir aldanma değildir. İnsan sonsuz ahiretini, bu boş vaadler sonucunda kaybeder. Bu vaadlerin ortak özellikleri gelip geçici dünya hayatına yönelik olmalarıdır. Şeytan kimi zaman eğlence, ticaret, para, mülk, kimi zaman da daha güzel ve uzun bir hayat, sosyal statü, mevki, saygınlık vaad eder. Ayette bildirildiğine göre "yaldızlı sözler" (Enam Suresi, 112). Ancak sebep her ne olursa olsun şeytana kananlar için sonuç hep aynıdır; sonsuz azap ve cehennem. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir: (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi,120) İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim... (İbrahim Suresi, 22) Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedefleyen bir mümin, geçici dünya hayatına ait bir vaadi elbette ciddiye almaz. Çünkü yeryüzünde ulaşacağı herhangi bir makam, kazanacağı herhangi bir mülk veya sahip olacağı herhangi bir nimetin gerçekte önemi yoktur. Bunlar ancak çok kısa bir süre varlığını koruyacak, ölümle beraber yok olup gidecektir.
Samimi İman Sahipleri İçin Şeytanın Tuzakları Zayıftır
Şeytanın tuzaklarından haberdar olmak, kuşkusuz tüm müminler için çok önemlidir. Ancak müminlerin unutmaması gereken Kuran-ı Kerim'de bildirilmiş önemli bir sır vardır: Bu, insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır. Şeytanın fısıldadığı kuruntular her ne olursa olsun, müminler Allah'ın gösterdiği bu yola uyduklarında, şeytan onlara etki etmeyecektir. Allah, şeytana karşı müminlere şu önemli sırrı haber verir: "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir." (Araf Suresi, 200–201) Ayetlerde görüldüğü gibi, müminler şeytandan gelen vesveselere karşı çok dikkatlidirler. Uzun uzun oturup ondan gelen vesveseleri düşünerek vakit kaybetmez, söz konusu vesveselerle Allah'ın razı olmayacağı, bir mümine yakışmayacak sıkıntılı, hüzünlü, korkulu bir ruh haline girmezler. Bir sıkıntı, Kuran ahlakına uygun olmayan bir düşünce hissettiklerinde hemen Allah'a sığınır ve Kuran ayetlerini düşünürler. Rabbimiz’ın vaadinin bir tecellisi olarak da bu düşüncenin Allah'ın hoşnut olmayacağı şeytandan gelen bir vesvese olduğunu anlar, şeytanın fısıldamalarından kurtulurlar. Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6) De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.” (Zümer Suresi, 53–55)
Şeytanın Başlıca Tuzakları
İnsanları Allah'ın Adını Kullanarak Kandırmaya Çalışır
Öne sürdüğü her fikrin, insanların kalbine fısıldadığı her kötü düşüncenin, vicdanın doğruyu telkin eden sesiyle karşılık bulacağını bilen şeytan, bu duruma karşı farklı bir düzen geliştirmiştir. Gerçek kimliğini ve kötü niyetini gizleyebilmek için kimi zaman insanlara verdiği telkinleri vicdanlarının sesiymiş gibi göstermeye çalışır. Bunun için başvurduğu yöntem ise, onlara "Allah'ın adını kullanarak yaklaşması"dır. Şeytan vicdanen hassasiyet gösterilecek konuları, dini değerleri, insani öğeleri "hayır" adı altında kullanarak insanları kandırır. Yaptırmak istediği kötü bir davranışı, onlara meşru ve makul gösterecek birtakım bahaneler öne sürerek onları tam tersi bir ahlaka yöneltmeye çalışır. Söz konusu kişiler de şeytanın sunduğu bu bahaneleri çevrelerindeki insanlara karşı yaptıkları kötülükleri savunabilmek için samimiyetsizce kullanabilirler. İman eden insanların ise kendilerini yeterli görmelerini, yaptıkları bazı ibadetlerle yetinmelerini, kendilerini beğenip müstağni görmelerini sağlamaya çalışır. Onları güzel ahlaklı olduklarına, ellerinden gelenin en fazlasını yaptıklarına, güçlerinin bu kadarına yeteceğine inandırmaya çalışır. Kalplerinin temiz olmasının yeterli olacağını, Allah'ın kalplerindeki iyi niyeti yeterli görüp onlardan razı olacağını düşündürterek, onları samimiyetsizliğe itmek ister. Etrafa göre iyi olmalarının yeterli olacağını, çoğunlukla kıyaslandığında çok üstün bir ahlaka sahip olduklarını düşündürerek onları gevşekliğe sürüklemeye çalışır. Allah, Kuran ayetleriyle insanları şeytanın bu tuzağına karşı şöyle uyarmıştır: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6)
Allah'ın Affediciliğini Öne Sürerek İnsanı Günah İşlemeye Teşvik
Eder Allah sonsuz merhamet sahibidir ve tevbe edip Kendisi'nden bağışlanma dileyen her kulunun günahlarını affedebilir. Ama bir insanın, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemesi samimi bir davranış değildir. Böyle bir ahlakta süreklilik gösteren kimsenin kalbi zamanla katılaşıp duyarsızlaşabilir. Allah korkusuyla hareket etmemek, bu kişiyi daha pek çok kötülüğün içine de sürükleyebilir. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de "yakında bağışlanacağız" diyerek bile bile günah işleyen kimselerin örneğini vererek, insanları şeytanın böyle bir tuzağına karşı uyarmıştır: Onların ardından yerlerine Kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (A'raf Suresi, 169)
Gün İçerisinde İnsanı Olumsuz Düşüncelerle Oyalar
Şeytanın en sık kullandığı tuzaklarından biri, sürekli olumsuz düşünce telkini vermektir. Şeytan bu yöntemle insana her şeyi benzersiz kudret sahibi Allah’ın kontrol ettiğini unutturmayı, onu Cenab-ı Allah’ı anmaktan uzaklaştırarak boş düşünceler içinde oyalamayı hedefler. Allah’ın her şeyi bir kader doğrultusunda yarattığından gafil olan insanlar, hayatları boyunca daha ortada böyle bir durum yokken “Sevdiklerimin başlarına bir kaza veya felaket gelir onları kaybedersem”, “İşimi kaybedersem”, “Çocuğumun geleceği nasıl olacak?”, “Büyük bir doğal felaket olursa” gibi hep endişe ve korku dolu düşünceler içinde yaşarlar. Ancak bunlar şeytanın insana sanki kendi düşüncesiymiş gibi telkin ettiği olumsuz fikirlerdir. Aslında şeytanın gerçek amacı, insanı Allah’a olan tevekkülünden uzaklaştırmak ve kadere iman etmesini engellemektir. Çünkü kadere iman eden bir insan, ortada böyle bir durum yokken karamsarlığa düşmeyeceği gibi, böyle olumsuz gibi görünen bir durum yaşasa dahi başına gelen hiçbir olaydan dolayı üzülmez, ümitsizliğe kapılmaz. Aksine son derece tevekküllü, teslimiyetli ve daima huzurlu olur. İnsanın karşılaştığı zorluklar da, elde ettiği başarı ve zenginlikler de Allah'ın takdiri iledir. Bunların hepsi Rabbimiz’in insanları denemek için kaderlerinde önceden belirlediği olaylardır. Bir ayette bildirildiği gibi, "... Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir". (Ahzab Suresi, 38)
İnsanları Tembelliğe Sürükler İ
nsanların çok büyük bir kısmı tembelliğin kendilerine konforlu bir hayat kazandıracağını zanneder. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü şeytan tembellik yöntemini kullanarak etkisi altına aldığı kişiye dünyada bulunuş amacını unutturmakta ve kişinin düşünmesini engelleyerek onu boş vermişliğe sürüklemektedir. Bu, şeytanın en büyük amacına ulaşmak -kendisiyle birlikte bütün insanları cehenneme sürüklemek- için kurduğu sinsi tuzaklardan biridir. Tembellik, pek çok kişi tarafından "küçük üşengeçlikler" olarak değerlendirildiği için çoğu zaman önemsenmez. Ne var ki bu da şeytanın bir kandırmacasıdır. Çünkü tembellik hem fiziki hem de zihinsel olarak şeytanın oluşturmaya çalıştığı bir etkidir. Bu nedenle her yönden arınılması gereken bir hastalıktır. Tembellik konusu yalnızca insan bedenini ilgilendiren bir konu olarak yani bir yerden bir yere gitmeye üşenmek, bir işi çok uzun sürede sonuçlandırmak, ağırdan almak gibi örnekler dahilinde düşünülmemelidir. Bunların yanı sıra herhangi bir konu üzerinde derin düşünmemek, her zaman kolay olanı seçmek, yenilikler yapmak yerine taklit etmeyi tercih etmek gibi karakter özellikleri ile ortaya çıkan düşünce tembelliği de şeytanın insan ruhunda yarattığı köklü bir bozukluktur.
İş İşten Geçti” Telkini Vermeye Çalışır
İnsan çeşitli sebeplerden dolayı günah işlemişse hemen samimi olarak tevbe edip bağışlanma dilemeli, Cenab-ı Allah'a sığınıp dua etmelidir. Şeytan muhakkak bu arada, “iş işten geçti, artık çok geç; bu kadar günahtan sonra kurtuluş olmaz” gibi çeşitli kışkırtmalarla o kişinin tevbe edip doğru yola yönelmesini engellemeye çalışacaktır. Şeytan bu şekilde insanı, kısa sürede büyük bir çöküşe ve daha büyük günahlara sürüklemek ister. Oysa Kuran ahlakına göre, ne kadar günah işlemiş olursa olsun hatasını fark edip samimi bir kalple Allah'tan bağışlanma dileyen bir kimse, Allah'ın kendisini bağışlamasını umabilir. Bu, Cenab-ı Allah'ın vaadi ve sonsuz merhametinin bir tecellisidir. Kuran-ı Kerim'de Rabbimiz'in kulları üzerindeki merhameti şöyle bildirilmiştir: De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.” (Zümer Suresi, 53–55)
İnsanların Arasına Kin ve Düşmanlık Sokar
Dünya var olduğundan beri süregelen tüm savaşlardan, kavgalardan en sıradan gibi görünen tartışmalara kadar her türlü düşmanlığın arkasında "şeytanın kışkırtmaları" vardır. Kuran ahlakının getirdiği merhamet, adalet, barış ve hoşgörü gibi yüksek değerlerden uzak yaşayan inkarcıların, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık beslemeleri son derece doğaldır. Ancak şeytan başka tuzaklar kurarak müminlerin arasına da kin ve nefret sokmaya çalışır. Bu şekilde onları zayıflatabileceğini ve bozulmaya uğratabileceğini zanneder. Allah bu tehlikeye karşı müminleri uyarmış ve çözüm yollarını göstermiştir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.” (İsra Suresi, 53)
Dünya Hayatına Dair Vaadlerde Bulunur
Şeytan insanları kandırmak için, karşısındakine boş vaadlerde bulunur. İman etmeyenler ya da imanları zayıf olan kişiler de bu vaadlere inanırlar. Oysa bu basit bir aldanma değildir. İnsan sonsuz ahiretini, bu boş vaadler sonucunda kaybeder. Bu vaadlerin ortak özellikleri gelip geçici dünya hayatına yönelik olmalarıdır. Şeytan kimi zaman eğlence, ticaret, para, mülk, kimi zaman da daha güzel ve uzun bir hayat, sosyal statü, mevki, saygınlık vaad eder. Ayette bildirildiğine göre "yaldızlı sözler" (Enam Suresi, 112). Ancak sebep her ne olursa olsun şeytana kananlar için sonuç hep aynıdır; sonsuz azap ve cehennem. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir: (Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi,120) İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim... (İbrahim Suresi, 22) Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedefleyen bir mümin, geçici dünya hayatına ait bir vaadi elbette ciddiye almaz. Çünkü yeryüzünde ulaşacağı herhangi bir makam, kazanacağı herhangi bir mülk veya sahip olacağı herhangi bir nimetin gerçekte önemi yoktur. Bunlar ancak çok kısa bir süre varlığını koruyacak, ölümle beraber yok olup gidecektir.
Samimi İman Sahipleri İçin Şeytanın Tuzakları Zayıftır
Şeytanın tuzaklarından haberdar olmak, kuşkusuz tüm müminler için çok önemlidir. Ancak müminlerin unutmaması gereken Kuran-ı Kerim'de bildirilmiş önemli bir sır vardır: Bu, insanın kendisine gelen vesveseden nasıl kurtulacağıdır. Şeytanın fısıldadığı kuruntular her ne olursa olsun, müminler Allah'ın gösterdiği bu yola uyduklarında, şeytan onlara etki etmeyecektir. Allah, şeytana karşı müminlere şu önemli sırrı haber verir: "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir." (Araf Suresi, 200–201) Ayetlerde görüldüğü gibi, müminler şeytandan gelen vesveselere karşı çok dikkatlidirler. Uzun uzun oturup ondan gelen vesveseleri düşünerek vakit kaybetmez, söz konusu vesveselerle Allah'ın razı olmayacağı, bir mümine yakışmayacak sıkıntılı, hüzünlü, korkulu bir ruh haline girmezler. Bir sıkıntı, Kuran ahlakına uygun olmayan bir düşünce hissettiklerinde hemen Allah'a sığınır ve Kuran ayetlerini düşünürler. Rabbimiz’ın vaadinin bir tecellisi olarak da bu düşüncenin Allah'ın hoşnut olmayacağı şeytandan gelen bir vesvese olduğunu anlar, şeytanın fısıldamalarından kurtulurlar. Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6) De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.” (Zümer Suresi, 53–55)
Yaşam Dergisi 7 (Milletlerin Yok Oluş Sebebleri)
Geçmiş kavimlerle ilgili haberler Kuran-ı Kerim'in oldukça büyük bir bölümünü oluşturur ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli hikmetler içerir. Geçmişte yaşamış ve helak edilmiş olan kavimler incelendiğinde, bu kavimlerin kendilerine yapılan tebliğe rağmen din ahlakından yüz çeviren, Allah'tan korkmayan, çirkin sapkınlıklarda bulunan, başkalarının haklarına tecavüz eden, utanma duygularını kaybetmiş, yalnızca kendi menfaatlerini ve dünyevi çıkarlarını düşünen insanlar oldukları görülmektedir. En önemli ortak yönleri ise, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamaları, hatta onlara düşmanlık göstermiş olmalarıdır. Bu taşkınlıklarından dolayı da Cenab-ı Allah'ın azabıyla karşılaşmışlar ve yeryüzünden bir anda silinmişlerdir.
Peygamberleri Yalanlayanların Kötü Sonları
Kuran-ı Kerim’de bildirildiğine göre tarih boyunca gönderilen her peygamber, gönderildiği kavimden temel olarak üç şey istemiştir: Allah'a şirk koşmadan iman etmeleri, Allah’tan korkup-sakınmaları ve kendilerine itaat etmeleri... Kimi toplumlar bu tebliği kabul etmişler, kimileri inkar etmişlerdir. Bazen inkarcı bir toplumun içinden de küçük bir azınlık çıkmış ve sadece bunlar elçiye uymuşlardır. Ancak kendisine tebliğ gelen kavimlerin büyük bir kısmı, din ahlakına göre yaşamayı kabul etmemişlerdir. Sadece Allah'ın elçisinin kendilerine getirdiği tebliği dinlememekle kalmamış, aynı zamanda elçiye ve ona uyanlara da zarar vermeye çalışmışlardır. Bu sapkın tavırları nedeniyle de Cenab-ı Allah’ın takdir ettiği vakit geldiğinde geçmişteki inkarcı kavimler helak edilmişlerdir. Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. (Yunus Suresi, 13) Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. (Nahl Suresi, 36) İbrahim'in kavmi ve Lut'un kavmi de: Medyen halkı da (peygamberlerini yalanlamıştı). Musa da yalanlanmıştı. Böylelikle Ben, o inkâr edenlere bir süre tanıdım, sonra onları yakalayıverdim. Nasılmış benim (her şeyi alt üst edip kökten değiştiren) inkılabım (veya inkarım). (Hac Suresi, 43-44)
Dünya Nimetleriyle Şımaran Toplumlar Yok Olmuştur
Kuran-ı Kerim’de bildirilen kavimlerin birçoğu Cenab-ı Allah'a isyanları (Allah’ı tenzih ederiz) ve O'nun nimetlerine olan nankörlükleri sebebiyle azabı hak etmiş ve başlarına muhakkak bir felaket gelmiştir. Örneğin Kuran-ı Kerim’de haber verildiğine göre Sebe Halkı isyankar bir ahlak sergileyerek Allah’ın nimetlerine nankörlük etmiş, İrem Halkı ise şımarmış kendilerine verilen zenginliğe şükretmemişlerdir. Sonuç olarak iki kavim de bu kötü ahlakları nedeniyle helaka uğrayanlardan olmuşlardır. Kuran-ı Kerim'de Sebe Devleti'ne gönderilen sel felaketi şöyle haber verilmektedir: Andolsun, Sebe' (Halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim Seli'ni gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 15-17) Yukarıdaki ayetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe Halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi. Hayat şartlarının ve ortamın böylesi olumlu olduğu ülkede Sebe Halkına düşen, ayette haber verildiği gibi "Rabbimizin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama ayetlerde bildirildiği üzere öyle yapmamışlardır. İçinde bulundukları refahı sahiplenme yoluna gitmişler, o ülkenin kendilerine ait olduğunu, içinde bulundukları olağanüstü ortamı kendi kendilerine elde ettiklerini sanmışlardır. Cenab-ı Allah’a şükretmek yerine kibirlenmeyi seçmişlerdir. Ayetlerde bildirildiği gibi Allah'ın bildirdiği din ahlakından "yüz çevirmişlerdir“. İçinde bulundukları refahı sahiplenmeye kalkmaları nedeniyle de kendilerine nasip olan tüm nimetleri kaybetmişlerdir. Ayette bildirildiği gibi, Arim Seli bütün ülkeyi yerle bir etmiştir.
Bir Toplum İyi Halini Değiştirmedikçe Allah Nimetini Kaldırmaz
İnsanlara nimetler verilmesinin ya da bu nimetlerin onlardan geri alınmasının bir sebebini Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirir: Onun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur. (Rad Suresi, 11) Bu ayette bildirilenler, bazı insanların çoğu zaman habersiz olduğu veya gözardı ettiği çok önemli bir sırdır. Allah, insanlara güzel ahlakları karşılığında çeşitli nimetlerini arttırırken, kötü ahlak gösteren insanlara verilen nimetleri ise kısacağını, kişilerin tavırlarındaki ve samimiyetlerindeki değişikliklere göre, üzerlerindeki nimetlerde de değişiklik olacağını bildirmektedir. Nitekim Cenab-ı Allah’ın bu vaadi Ad Kavmi üzerinde de tecelli etmiş ve bu kavim nankörlükleri nedeniyle Allah tarafından helak edilmiştir. Kuran-ı Kerim'de bildirildiği üzere "Yüksek yerlere anıtlar inşa etmekte" (Şuara Suresi, 128) ve "ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte" (Şuara Suresi, 129) olan bir kavim olan Ad kavmi, oldukça gösterişli yapılara sahip olan İrem şehrinde yaşıyorlardı. "Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi? 'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi." (Fecr Suresi, 6-8) Ad kavmine elçi olarak gönderilen Hz. Hud, kavmine kendisinin Allah'ın gönderdiği güvenilir bir elçi olduğunu belirtmiş ve insanları Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır. Yalnızca Allah'a kulluk etmelerini, aksi takdirde Allah'ın kendilerini azaba uğratacağını belirterek kavmini bu azaba karşı da uyarmıştır. Ancak sapkın Ad kavmi, tüm çağrılarına rağmen Hz. Hud'a karşı gelmiş, onun kendilerini çağırdığı yola tabi olmayarak yeryüzünden yok olmuştur. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de, Ad Kavmi'nin kibirlenme nedeniyle doğru yoldan saptığını şöyle bildirir: Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, bizim ayetlerimizi (bilerek) inkar ediyorlardı. (Fussilet Suresi, 15)
Yok Olan Toplumların Yok Oluşlarında İbretler Vardır
Tarihsel ve arkeolojik bulgular da, Kuran-ı Kerim'de haber verilen Ad Kavmi'nin ve İrem şehrinin varlığını ve Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı biçimde helak olduklarını ispatlamaktadır. Yapılan araştırmalarla bu kavmin kalıntıları kumların içinden çıkarılmıştır. İnsana düşen;
Gerek kumların içine gömülmüş olan bu kalıntıları, gerek bir tufanla helak olmuş Nuh kavmini, gerek Arim seliyle suda boğulmuş Sebe halkını, gerekse tartıda adaletsizlik yaptıkları için helak edilen Semud kavmini düşünerek, Kuran-ı Kerim'de hatırlatıldığı üzere ibret almak,
En büyük ve en üstün olanın her zaman için Cenab-ı Allah olduğunu ve sadece O'na kulluk etmekle kurtuluşa erişilebileceğini bilmektir. Önemli olan, tüm iman sahiplerinin, bu kavimlerin helakını yalnızca ‘geçmiş kavimlerin yaşadıkları olaylar' olarak değerlendirmemeleri, Kuran-ı Kerim'de bildirilen bu örneklerden öğüt almalarıdır. Kuran-ı Kerim'de bu gerçek şöyle bildirilmiştir: Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 100-101)
Allah'ın Azabını Görünce İman Ettiğini Söyleyen Kişileri Bekleyen Son
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-93) Resulleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşatıverdi. Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: "Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri de inkar ettik." Ama Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı. (Bu,) Allah'ın kulları arasında sürüp-giden sünnetidir. İşte kafirler burada hüsrana uğramışlardır. (Mümin Suresi, 83-85) Peygamberler Karşı Gelmek ve Çok Soru Sormak Yok Oluş Sebebidir. Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. Sizden önce bir topluluk onu sormuştu da sonra kafirler olmuşlardı. (Maide Suresi, 101-102) Kıymet Kopmadan Önce İnkar Eden Toplumlar Ya Yok Olmuş Ya Da Azaba Uğramış Olacaklar Hiçbir ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce Biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azapla azaplandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır. (İsra Suresi,58)
Peygamberleri Yalanlayanların Kötü Sonları
Kuran-ı Kerim’de bildirildiğine göre tarih boyunca gönderilen her peygamber, gönderildiği kavimden temel olarak üç şey istemiştir: Allah'a şirk koşmadan iman etmeleri, Allah’tan korkup-sakınmaları ve kendilerine itaat etmeleri... Kimi toplumlar bu tebliği kabul etmişler, kimileri inkar etmişlerdir. Bazen inkarcı bir toplumun içinden de küçük bir azınlık çıkmış ve sadece bunlar elçiye uymuşlardır. Ancak kendisine tebliğ gelen kavimlerin büyük bir kısmı, din ahlakına göre yaşamayı kabul etmemişlerdir. Sadece Allah'ın elçisinin kendilerine getirdiği tebliği dinlememekle kalmamış, aynı zamanda elçiye ve ona uyanlara da zarar vermeye çalışmışlardır. Bu sapkın tavırları nedeniyle de Cenab-ı Allah’ın takdir ettiği vakit geldiğinde geçmişteki inkarcı kavimler helak edilmişlerdir. Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte Biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. (Yunus Suresi, 13) Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. (Nahl Suresi, 36) İbrahim'in kavmi ve Lut'un kavmi de: Medyen halkı da (peygamberlerini yalanlamıştı). Musa da yalanlanmıştı. Böylelikle Ben, o inkâr edenlere bir süre tanıdım, sonra onları yakalayıverdim. Nasılmış benim (her şeyi alt üst edip kökten değiştiren) inkılabım (veya inkarım). (Hac Suresi, 43-44)
Dünya Nimetleriyle Şımaran Toplumlar Yok Olmuştur
Kuran-ı Kerim’de bildirilen kavimlerin birçoğu Cenab-ı Allah'a isyanları (Allah’ı tenzih ederiz) ve O'nun nimetlerine olan nankörlükleri sebebiyle azabı hak etmiş ve başlarına muhakkak bir felaket gelmiştir. Örneğin Kuran-ı Kerim’de haber verildiğine göre Sebe Halkı isyankar bir ahlak sergileyerek Allah’ın nimetlerine nankörlük etmiş, İrem Halkı ise şımarmış kendilerine verilen zenginliğe şükretmemişlerdir. Sonuç olarak iki kavim de bu kötü ahlakları nedeniyle helaka uğrayanlardan olmuşlardır. Kuran-ı Kerim'de Sebe Devleti'ne gönderilen sel felaketi şöyle haber verilmektedir: Andolsun, Sebe' (Halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim Seli'ni gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezalandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezalandırır mıyız? (Sebe Suresi, 15-17) Yukarıdaki ayetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe Halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi. Hayat şartlarının ve ortamın böylesi olumlu olduğu ülkede Sebe Halkına düşen, ayette haber verildiği gibi "Rabbimizin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama ayetlerde bildirildiği üzere öyle yapmamışlardır. İçinde bulundukları refahı sahiplenme yoluna gitmişler, o ülkenin kendilerine ait olduğunu, içinde bulundukları olağanüstü ortamı kendi kendilerine elde ettiklerini sanmışlardır. Cenab-ı Allah’a şükretmek yerine kibirlenmeyi seçmişlerdir. Ayetlerde bildirildiği gibi Allah'ın bildirdiği din ahlakından "yüz çevirmişlerdir“. İçinde bulundukları refahı sahiplenmeye kalkmaları nedeniyle de kendilerine nasip olan tüm nimetleri kaybetmişlerdir. Ayette bildirildiği gibi, Arim Seli bütün ülkeyi yerle bir etmiştir.
Bir Toplum İyi Halini Değiştirmedikçe Allah Nimetini Kaldırmaz
İnsanlara nimetler verilmesinin ya da bu nimetlerin onlardan geri alınmasının bir sebebini Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle bildirir: Onun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah'ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur. (Rad Suresi, 11) Bu ayette bildirilenler, bazı insanların çoğu zaman habersiz olduğu veya gözardı ettiği çok önemli bir sırdır. Allah, insanlara güzel ahlakları karşılığında çeşitli nimetlerini arttırırken, kötü ahlak gösteren insanlara verilen nimetleri ise kısacağını, kişilerin tavırlarındaki ve samimiyetlerindeki değişikliklere göre, üzerlerindeki nimetlerde de değişiklik olacağını bildirmektedir. Nitekim Cenab-ı Allah’ın bu vaadi Ad Kavmi üzerinde de tecelli etmiş ve bu kavim nankörlükleri nedeniyle Allah tarafından helak edilmiştir. Kuran-ı Kerim'de bildirildiği üzere "Yüksek yerlere anıtlar inşa etmekte" (Şuara Suresi, 128) ve "ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları edinmekte" (Şuara Suresi, 129) olan bir kavim olan Ad kavmi, oldukça gösterişli yapılara sahip olan İrem şehrinde yaşıyorlardı. "Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi? 'Yüksek sütunlar' sahibi İrem'e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi." (Fecr Suresi, 6-8) Ad kavmine elçi olarak gönderilen Hz. Hud, kavmine kendisinin Allah'ın gönderdiği güvenilir bir elçi olduğunu belirtmiş ve insanları Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır. Yalnızca Allah'a kulluk etmelerini, aksi takdirde Allah'ın kendilerini azaba uğratacağını belirterek kavmini bu azaba karşı da uyarmıştır. Ancak sapkın Ad kavmi, tüm çağrılarına rağmen Hz. Hud'a karşı gelmiş, onun kendilerini çağırdığı yola tabi olmayarak yeryüzünden yok olmuştur. Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim'de, Ad Kavmi'nin kibirlenme nedeniyle doğru yoldan saptığını şöyle bildirir: Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, bizim ayetlerimizi (bilerek) inkar ediyorlardı. (Fussilet Suresi, 15)
Yok Olan Toplumların Yok Oluşlarında İbretler Vardır
Tarihsel ve arkeolojik bulgular da, Kuran-ı Kerim'de haber verilen Ad Kavmi'nin ve İrem şehrinin varlığını ve Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı biçimde helak olduklarını ispatlamaktadır. Yapılan araştırmalarla bu kavmin kalıntıları kumların içinden çıkarılmıştır. İnsana düşen;
Gerek kumların içine gömülmüş olan bu kalıntıları, gerek bir tufanla helak olmuş Nuh kavmini, gerek Arim seliyle suda boğulmuş Sebe halkını, gerekse tartıda adaletsizlik yaptıkları için helak edilen Semud kavmini düşünerek, Kuran-ı Kerim'de hatırlatıldığı üzere ibret almak,
En büyük ve en üstün olanın her zaman için Cenab-ı Allah olduğunu ve sadece O'na kulluk etmekle kurtuluşa erişilebileceğini bilmektir. Önemli olan, tüm iman sahiplerinin, bu kavimlerin helakını yalnızca ‘geçmiş kavimlerin yaşadıkları olaylar' olarak değerlendirmemeleri, Kuran-ı Kerim'de bildirilen bu örneklerden öğüt almalarıdır. Kuran-ı Kerim'de bu gerçek şöyle bildirilmiştir: Bunlar, sana doğru haber (kıssa) olarak aktardığımız (geçmişteki) nesillerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmış, (hala izleri var, kimi de) biçilmiş ekin (gibi yerlebir edilmiş, kalıntısı silinmiş) dir. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiçbir şey sağlayamadı, 'helak ve kayıplarını' arttırmaktan başka bir işe yaramadı. (Hud Suresi, 100-101)
Allah'ın Azabını Görünce İman Ettiğini Söyleyen Kişileri Bekleyen Son
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-93) Resulleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, onları sarıp-kuşatıverdi. Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, dediler ki: "Bir olan Allah'a iman ettik ve O'na şirk koştuğumuz şeyleri de inkar ettik." Ama Bizim dayanılmaz-azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine hiçbir yarar sağlamadı. (Bu,) Allah'ın kulları arasında sürüp-giden sünnetidir. İşte kafirler burada hüsrana uğramışlardır. (Mümin Suresi, 83-85) Peygamberler Karşı Gelmek ve Çok Soru Sormak Yok Oluş Sebebidir. Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. Sizden önce bir topluluk onu sormuştu da sonra kafirler olmuşlardı. (Maide Suresi, 101-102) Kıymet Kopmadan Önce İnkar Eden Toplumlar Ya Yok Olmuş Ya Da Azaba Uğramış Olacaklar Hiçbir ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce Biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azapla azaplandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır. (İsra Suresi,58)
Yaşam Dergisi 7( Allah'ı Ne Kadar Tanıyoruz?)
Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, merhameti sınırsız olandır. (Hadid Suresi, 9)
Hidayeti Allah Verir
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir. (Bakara Suresi, 213) Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğine hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz-haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın-size eksiksizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272) Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (A’raf Suresi, 30) Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek. (A’raf Suresi, 43) Yolu doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer O dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. (Nahl Suresi, 9) De ki: “Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer hidayeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır.” (Sebe Suresi, 50) Gerçek (şu ki), o (Kur’an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O’dur, mağfiretin sahibi (bağışlamayada ehil olan da) O’dur. (Müdessir Suresi, 54-56) Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 29-30) O (Kur’an), alemler için yalnızca bir zikirdir; Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
(Allah Kafirlere ve Münafıklara Hidayet Vermez
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264) Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3) Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet vermez. (Münafikun Suresi, 6)
Hidayeti Allah Verir
İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir. (Bakara Suresi, 213) Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğine hidayete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz-haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın-size eksiksizce ödenecektir. (Bakara Suresi, 272) Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (A’raf Suresi, 30) Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek. (A’raf Suresi, 43) Yolu doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer O dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. (Nahl Suresi, 9) De ki: “Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer hidayeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kur’an) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır.” (Sebe Suresi, 50) Gerçek (şu ki), o (Kur’an,) elbette bir öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür. Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O’dur, mağfiretin sahibi (bağışlamayada ehil olan da) O’dur. (Müdessir Suresi, 54-56) Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir.Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İnsan Suresi, 29-30) O (Kur’an), alemler için yalnızca bir zikirdir; Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
(Allah Kafirlere ve Münafıklara Hidayet Vermez
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264) Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler) “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (Zümer Suresi, 3) Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet vermez. (Münafikun Suresi, 6)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)